11 Eylül saldırısından hemen sonraki 24 saatte Amerikan polisi ABD'deki Bin Ladin soyadlı olan ya da farklı soyadı taşımasına karşın o aileden kadın erkek bütün Suudi Arabistanlıları topladı.
Kuşkulu bulduklarını sorguladı.
Sonra... Tümünü sıkı güvenlik önlemleri alarak özel bir uçağa koyup Suudi Arabistan'a gönderdi.
İki büyük gazetenin başyazarı arkadaşlarımızla birlikte bunu, Harvard'da ders veren değerli bir profesörden dinledik.
İlginç...
Bin Ladin soyadlı birinin Atatürk Havalimanı'nda birkaç saat alıkonup sorgulanması biz de sorun haline getirilmişti. O şahsın çok kısa süre önce ABD'ye giriş - çıkış yapmış olması ve vize referansının 11 Eylül kuşkulular listesinde yer alması bir yana, sadece Bin Ladin ismi nedeniyle bile yukarıda anlattığım toplu enterne, sorgu ve sınırdışı uygulaması yapılıyor.
Ya adam hiç sorgulanmasaydı, araştırılmasaydı ve Atatürk Havalimanı'ndan elini kolunu sallaya sallaya geçip, bir başka uçağa gitseydi...
O zaman ne denecekti?
"Bin Ladin'in aynı adı taşıyan akrabası, bizim polisin ruhu duymadan Atatürk Havalimanı'ndan geçti, gitti... Ya o da 11 Eylül'e bulaşmışsa!"
İçişleri Bakanı Yücelen'e ve Atatürk Havalimanı'nın özenli polislerine haksızlık yapmayalım.
Bu olayı Ecevit'in ABD gezisi için değerlendirme ölçütü olarak da görmeliyiz.
ABD, 11 Eylül'le birlikte toplumsal travma geçirmekte.
Kolektif korku oluştu.
Kadın, erkek, çocuk, genç, yaşlı Bin Ladin soyadı taşıyan ya da o aileden oldukları gizli servis kayıtlarındaki herkesin bir gecede toplanması, yargı kararı olmadan sınırdışı edilmesi başka türlü izah edilebilir mi?
Tabii...
Suudi Arabistan'a gösterilen gerekçe "onların can güvenliklerinin korunması" gibi sudan bir neden...
Koca ABD, bir aileyi koruma ve organizasyon gücünden yoksun mu?
Kargalar güler buna.
Ama hadise bir gerçeğin altını koyu kalemle çizen simgesel önemde.
Beyaz Saray gündeminde sadece "terör" var.
Diğer her konu ikincil.
Irak da bu takıntı yörüngesinde yer almakta.
Elbette, daha Afganistan harekatı sonuçlanmadan, Molla Ömer ve Bin Ladin ile cürüm ortakları yakalanmadan, ikinci bir cepheyi şimdiden sözel olarak bile açmanın gereği yok.
"Irak'ın vurulması için Bush'a bir öneri götürülmediğini" söylemekle yetinmek, ama bu olasılığı hep "açık" bırakmak akılcı politikadır.
Ama...
Herkesin bildiği şey, "ABD'nin, Saddam ve iki oğlunun üstlerinin çizilmesinde kararlı olduğudur."
Herkesin sezdiği şey ise "ABD'nin bunu ancak büyük askeri harekatla yapabileceğidir."
Çünkü...
Birinci yol, Saddam'dan suikast ya da bir darbeyle kurtulmaktır. O yöntem 20 yıldır deneniyor. Sonuç alınamamıştır.
İkinci yol, Talabani'nin üstüne Kuzey İttifakı kabileleri sürerek sonuç alındığı gibi, Saddam'ın üstüne de Kuzey Irak Kürt kuvvetlerini saldırtmaktır.
Strateji uzmanlarına göre bu komik olur. Saddam'ın 300 bin kişilik düzenli, ağır silahlarla, füzelerle, zırhlı birliklerle, kimyasal ve biyolojik silahlarla oluşan dev gücü karşısında, Barzani ve Talabani'nin derme çatma topu topu 30 bin Peşmergesiyle sonuç beklemek en hafif deyimiyle saflıktır.
Geriye tek yol kalır.
Büyük bir kara harekatı...
Bu harekatı ABD, Türkiye'siz düşünemez.
Hatta...
ABD, istemese bile Türkiye, Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurulmasına stratejik duyarlığı nedeniyle o harekatın dışında kalamaz. Yeni haritada söz sahibi olmalıdır.
Dileyelim ki bunlara hiç gerek kalmadan bir şekilde Saddam ve eskaza başa geçerlerse babalarına rahmet okutturacak oğullarından, Irak ve dünya kurtulsun.
Böyle Irak ana yemek olarak şimdilik bekletiliyor. Görüşme masasında başlangıç olarak sunulacak. Kıbrıs gibi galeta parçacıkları ise Ecevit'in boğazını zorlayabilir.