Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Türkiye, ABD’nin Irak’a harekâtına destek vermek için 10 milyar dolar istemiş. ABD ise 6 milyardan bir dolar fazla vermem diyormuş.
Gündemdeki konu bu.
Yüz kızartıcı bir durum...
Onurumuzu yeşil yeşil dolarlarla pazarlık masasına mı yatırdık?
Neye inanıyorsak onu yaparız, hür irademizle yaparız.
Bizi stratejik ortak olarak niteleyenler, eşit konumumuzu kabul etmek ve buna saygı göstermek durumundadırlar.
Dokularımızdaki Atatürk ve 500 yıllık Osmanlı İmparatorluğu genlerinin gereği budur.
Dış görüntüdeki pazarlık çirkinliğini kaldırıp atalım ve arkasındaki gerçeklere eğilelim.

Milli Güvenlik Kurulu’ndan da süzülen Türkiye’nin ekonomik, askeri ve siyasi kaygıları ABD’ye iletildi.
Önce ekonomik kaygılar...
Türkiye, stratejik ortağına destek verecek ama tüyü bitmemiş yetim hakkını da kimseye yedirtmeyecek.
1991 Körfez Savaşı’nın ABD’ye maliyeti 61 milyar dolardı.
ABD hazinesinden tek dolar bile çıkmadı. Harekatın giderlerinin 17 milyar dolarını Suudi Arabistan, 16 milyar dolarını Kuveyt, 4 milyar dolarını Körfez Emirlikleri, 6 buçuk milyar dolarını Almanya, 11 milyar dolarını Japonya karşıladı.
ABD, avuç açmış mı oldu?

Geçelim...
Buna rağmen o zaman ABD tarafından Türkiye’ye "sözle" verilen "savaş masraflarını karşılama" güvencesi unutuldu.
Oysa değerlendirmelere göre Irak’a yapılacak olası bir harekatın ABD hazinesine getireceği yük en az 100 milyar dolar olacak. Önümüzdeki 10 yıl içinde 1 trilyon dolara kadar çıkabilecek.
ABD, sıfır maliyetle gerçekleşen Körfez Savaşı’nda bile Türkiye’nin savaş zararlarını karşılamak sözünü tutmamıştı. Yeni bir savaşta halkının verdiği vergilerle karşılayacağı 1 trilyon dolara kadar çıkabilecek savaş giderleri ile boğuşurken mi Türkiye’ye sözünü tutacak?
Gündelik deyimiyle, bu sefer yemezler.
Söz "buğulu cama parmakla yazmak" gibi uçucudur.
Türkiye, Körfez Savaşı’nda ABD’nin sözlü güvencesine inanmıştı. Bu kez aynı hatayı tekrarlamaz.
Yazılı güvence istemesi, hatta tercihen bunun Kongre’den geçmesi gereğini vurgulaması doğru olanıdır.
Çünkü ABD, sözünü tutma özürlüsü olduğunu göstermiştir.
Sözünde samimi ise yazılı güvenceyi verir.
Bu bir pazarlık değil, ciddi devlet tutumudur.

Türkiye, ABD’nin uzaktan kumandalı muz cumhuriyeti değildir. Eşit konumda stratejik ortağıdır.
Onurlu ve büyük bir devlettir.
Savaş zararlarının tazmini ötesinde...
Kuzey Irak’a girecek Türk askeri komutasının Türkiye’de olması ve Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması, Kuzey Irak’ta Kürt devleti gibi oldu bittilere meydan vermeyecek anlaşmanın da henüz yapılmamış olması Başbakan Abdullah Gül’ün işaret ettiği askeri ve siyasi kaygılardır.
Bunlar da ekonomik kaygılar kadar önemlidir.

Ancak, ABD bunları dinler gibi görünmüyor.
Kendi unuttuğu sözleri hatırlamıyor ama Türkiye’ye "söz verdin, tut" diye dayatıyor.
18 Şubat ( bugün ) için - şu satırlar yazılırken hala - bu dayatma sürüyordu.
18 Şubat’ta TBMM’den, Türkiye üzerinden Kuzey Irak’a asker geçirme kararı istiyor.
Türkiye, - eğer verdiyse - 18 Şubat sözüyle şimdi zor durumda.
ABD "18 şubat sözünüzü tutun" diye bastırıyor. Ardından aba altından sopa gösteriyor:
"Aksi halde Türkiye’siz - B - planına geçeriz. Sonuçlarına da katlanırsınız."
Yani...
IMF, tekerinize çomak sokar. Savaş zararlarıyla baş başa kalırsınız.
Savaş sonrası masada oturmayı unutun. Musul, Kerkük’ün geleceğinde; Kürt oluşumunda söz hakkınız olmaz.
Bakalım ABD, 18 Şubat takvim yaprağına kilitlenerek, Türkiye ile ilişkilerini dinamitleyecek kadar sağduyudan koptu mu?
Büyük devletlerle çok yakın dostluk, ayıyla aynı yatağı paylaşmaya benzer.