Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

Gülben’den Elif Şafak’a mektup

GÜLBEN Ergen, oğlu Atlas’ı alıp annesinin evine gidiyor. Önce anneden ev yemeği; yoğurtlu kıymalı ıspanak ve bol maydanozlu köfte...
Bu menü, çocukluk ve genç kızlık döneminden anne sıcaklığına çağrışım yapan simge...
Annesi sorar ; “Elif Şafak’ın son kitabı AŞK’ı okudun mu?”
“Hayır”  cevabını alınca...
“Bir arkadaşım almış. O kadar sevmiş ki, bitmesin diye günlere yaymış okumayı” der.
Gülben zaten Elif Şafak ve kitaplarını,  gönül galerisinde özel bir yere çoktan koymuş.
Yemek sonrası Atlas’ı da alıp anne-kız parka gideceklerdir. Ancak annesi Elif Şafak’ın bu pembe kapaklı yeni kitabını gösterince, program değişmiş, Gülben , park programını onlara bırakmış, açmış  AŞK’ı, başlamış okumaya...
Sayfalar ilerledikçe “bu kitap bana bir mesaj”  diye düşünmüş.
Öylesine bir okuma transına geçmiş ki, ne bitki çayı yapmak için mutfağa gidiyormuş, ne zaman zaman çalan telefona cevap veriyormuş.

Derviş yolculuğu
ELİF Şafak’ın  kitaplarının, hatta kişiliğinin dervişin ermişliğe yolculuğu  bir süreci yansıttığını hissediyorum. Tüm kitaplarını okudum. Sanki Elif’e önceden yol haritası hazırlanmış bir yolculuk var...
O da, karşısına çıkan yeni yeni coğrafyalarla örtüşerek yol alıyor.
Kendisinin “bu kıvama gelmeden, daha önceki yıllarda böyle bir kitap yazamazdım. Zamanı gelmiş”  söylemini, bu hissimi doğruluyor diye algıladım.
Boston’da Musevi bir kadınla, Konya’da Mevlana Celalettin Rumi ve onun can yoldaşı Şems arasında coğrafya ve zaman zikzakları yaparak ama aynı ruh frekanslarından hiç çıkmayarak örülmüş bir kitap.
Tasavvufun derinlerine iniyor.
Daha önceki kitaplarında da Elif Şafak tasavvufa girerdi ama ince damarlarla... Bu kitapta çok daha belirgin...
Beyin aşamasından başlayarak kalple okumak sürecine geçmiş.
Gülben’in de yaşamında böyle bir durulaşma süreci görüyoruz.
ŞEFFAF ODA’daki söyleşi, felsefeye dokunuşlarla ama bir pazar kahvesinin lezzetinde oldu.
Kadınlara anneliğin sunduğu mucize duygular kelimelere olduğu kadar gözlerdeki ışıltılara da yansıyordu.

Haberin Devamı

Gülben’den Elif Şafak’a mektup

LESS IS MORE
BİZİM GÜNEŞ Gazetesi, üst üste iki güzelini Avrupa Güzeli seçtirmişti. O nedenle deneyimlerimle söylüyorum ki, güzellik yarışması düzenlemek, uzaktan bakıldığından çok daha zordur.
Çarşamba gecesi Türkiye Güzeli seçiminde jüri üyesi olarak “zoru başarmak”  örneğini hem içinden yaşadım, hem dışından gözlemci olarak izledim.
Bu organizasyonun en duyarlı noktası, her şeyin tadında olabilme kıvamını tutturabilmektir.
Abartılmış dekor, özenti şatafat, uzayan ara konserler, ağdalı protokol söylemleri, sanılanın tam tersine çıtayı aşağılara çeker.
Çarşamba gecesi, NTV/Kral TV’nin yarışması işte bütün bu tuzaklardan uzaktı.
Peki, kupkuru bir yarışma mıydı?
Kesinlikle hayır.
Tam tersine gecenin güzel ve keyifli geçmesi için dekor, sunum, müzik, koreografi, giysiler, her şey vardı  ama “sıradan”  değildi. İnce imbikten süzülmüştü.
Örneğin... Madem getirdik, bari suyunu çıkaralım zihniyetiyle  Hadise, uzun süre sahnede tutulmadı. Tadını damakta bırakarak kıvamında söyledi ve ayrıldı.
Emre Altuğ ve Hüsnü Şenlendirici de öyle...
Ve... Birinci güzelin tahtı...
Alıştığımız o sarı yaldızlı ve kakmalı ahşap tahtlar artık dönemini doldurdu.
Bu son yarışmadaki metalik, şeffaf, modern çizgili tasarım taht, Doğuş Grubu’nun televizyon yöneticileri Erman Yerdelen ve Cem Aydın’da da yaşayan “less is more (az çoktur)”  konseptiyle tam örtüşüyordu.
Baba-oğul Sandıkçıoğlu’ların yıllardan beslenen görgü ve deneyimleri önemli bir birikim.
Can Sandıkçıoğlu’nun ikinci nesil olarak gecedeki parmak izlerini algıladım.

Haberin Devamı

Gülben’den Elif Şafak’a mektup

KALAŞNİKOFUM ve EL BOMBAM
BİR  elimde kalaşnikof, diğerinde el bombası...    Bunların farkı, öldürücü değil, keyif verici  olmaları...
İkisi de birer heykel yaratmak özeniyle camdan yapılmış.
Pırıl pırıl ve şeffaf...
İçlerinde kurşun ve patlayıcı madde yerine bakın ne var?
Kalaşnikofun içindeki votka en değerlisinden...
El bombasında ise kırmızı biberli votka var.
Akaretler’de açılmak üzere olan “Joke Perestroyka”  adlı restoran-barda  böyle ilginç “oyuncaklar”  gibi başka objelere de adım başı rastlanıyor.
Mekan, Serdar Bilgili’den... Çılgınlık, İzzet Çapa’dan... Tasarım ve uygulama ise bu frekansın en iyisi Mimar Ali Türker’den...
Aynalar, davul zilleri, kızılyıldızlar ve dünyanın en iyisi seçilmiş El Bulli ve Fat Duck’ta görülebilecek nitrojen dumanları, labirent salonlarından çıkılan geniş ve çok güzel bir  bahçe... Sonra işte çılgınlığın doruğu; tam karşımızda namlusunu bize uzatmış bir tank...
Her şeyin Rusya çağrışımı yaptığı bu konsepte harika lezzetleri de ekleyin...
Serdar Bilgili Akaretler’de müthiş bir çekim alanı yaratmakta...