Hapishanenin şu gerçeklerini de yansıtalım.
Bütçeden her mahkum için günde ayrılan yemek parası
500 bin lira.Sabah kahvaltısı...
Öğle yemeği...
Akşam yemeği...
Toplam
500 bin lira.İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Ferzan Çitici soruyor:
"500 bin lira ile sabah çay, peynir, ekmek, yağ, reçel... Öğleyin sebze, pilav ya da makarna et, meyve ve salata... Akşam yemeğinde de aynı.Olacak şey mi?
Bazen sabah, öğle, akşam çorba veriliyor."
Bir başka görüntü:
"Bayrampaşa Cezaevi'nde eskiden hamam varmış.Şimdi yok.
Çünkü yer yokluğunda koğuş olmuş.
İki tane duşta 50 - 60 mahkum yıkanıyor."
Bir görüntü daha...
"Hükümlülerin bir başka hapishaneye gönderilmeleri için araçlara benzin parası bulunamıyor.Refakatçi jandarmalara, yolda yemek ve otel için harcırah fonu yok."
Ört ki ölem
Devam edelim mi?
Her devlet hastanesinde mahkumlar için bir bölüm olması gerekir.
Pek çoğunda yok.
Çünkü...
Hiçbir hastane, mahkum tedavisini üstlenmek istemiyor.
Bilekleri kelepçeli adamlar, etraflarında silahlı jandarmalar...
Hastane yöneticileri
"onları istemiyoruz. Hastaların moralleri bozuluyor" diyorlarmış.
Ayrıca...
Mahkumların hastanelerden kaçmaları sonrası bir sürü soruşturma, ifade gibi zorunluluklar.
Hastane yönetimlerini rahatsız ediyormuş.
Daha vahimi de var.
Mahkumların acil ameliyat durumları söz konusu olduğunda, üniversite hastaneleri genellikle ambulansları kapıdan geri çeviriyorlarmış.
Ölümün eşiğinde olan ve acil müdahaleye ihtiyacı olan hasta mahkumları dahi acil servis kapısından geri çevriliyor.
Uzun tedavi gerektiren hastalık durumları var.
Maddi olanaklara sahip hasta mahkumlar, özel kliniklerde
5 yıldızlı oteldeymişcesine rahatlar.
Ama...
Yoksul hasta mahkumlara devlet hastanelerinde yer yok.
Mahkum başına
500 bin lira fon, günde üç öğün yemek için ayrılmış ise, revirlerdeki içler acısı durumu tahmin ediniz.
Size de çıkabilir
Yakın zamanlarda
Adalet Bakanlığı yapmış iki değerli politikacı ile konuşuyoruz.
Hapishanelerdeki bu insanlık dışı ortamı anlatıyorlar.
İkisi de adeta sözleşmişcesine şöyle diyorlar:
"Bir adli hata sonucu ben dahi hapse girebilirim.Beni bekleyen hayat şartları işte bu."
Birkaç gündür, şu köşede altını çizerek tekrarlıyorum:
"Hapishaneler fiziki özgürlüklerin kısıtlandığı yerlerdir.İnsan haklarının değil.
İnsanlık hakları, kişiden hiçbir koşulda ve hiçbir mekanda alınamaz."
Bu haklar, insan olmanın
"mütemmim cüzü" yani ayrılması mümkün olmayan ve bütüne ait olan parçalarıdır.
Madalyonun iki yüzü
Hapishane eylemlerini değerlendirirken
"bu insan hakları gerçeklerini de dikkate almak gerekir." Anlatcmaya çalıştığım ortamda yıllardır yaşayanların psikolojik yapılarını anlamaya çalışmalıyız.
Öte yandan...
Hapishane yönetimlerinden de kesitler verelim.
Örneğin...
Ayda
80 - 100 milyon lira alan bir gardiyan,
120 kişilik koğuşa giriyor.
Her biri siyasi şiddet örgütünün eğitiminden geçmiş... Gözünü kırpmadan adam vurabilecek ve bunu felsefe temelinde izah edebilecek kişilerle karşı karşıya... Ya da şiddeti yaşam yöntemi olarak benimsemiş çete mensuplarıyla konuşacak.
Onları sayacak... Onları denetleyecek.
Kültür, maddi olanak, kuvvet hatta
silah açılarından çok güçsüz.
Kulağına dördüncü sınıf bir mahkum tarafından büyükler adına şöyle iki satır laf fısıldanması yeterli:
"Falanca mahalledeki gecekonduda oturuyorsun.Yaşamak istiyor musun?
Çocukların filaca okula gidiyor.
Karın, şu saatlerde evde yalnız.
Onları görmek istiyor musun?"
Ya da bir başka söylem:
"Bizimle işbirliği yaparsan, ailen çok daha iyi yaşam koşullarına kovuşur..."Hapishanelerdeki bu koğuş sistemi ve görevlilerle mahkumların iç içe yaşamı sürdükçe, şu manzaralar da sürecektir.
Uyuşturucu, silah, cep telefonu, her şey içeri girecektir.
Şu satırlar yazılırken, devleti temsile, savcılarla
Bayrampaşa'daki eylemci grubun temsilcileri arasında görüşmeler sürüyordu.
Eylemin bitmesi bekleniyordu.
Bayrampaşa, Türkiye'deki hapishanelerin hatta hapishane dışı eylemlerin karargahı.
Bayrampaşa'da eylem biterse, diğer hapishaneler de onları izleyecektir.
Yazara E-Posta: gcivaoglu@milliyet.com.tr