Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       Beyaz gelinliği içinde bir genç kız.
Yanında az sonra evleneceği nişanlısı...
Bütün aile, bir mutluluk salkımı halinde etrafındalar... Yürüyorlar.
En önde beyaz giysileri içinde, sevinçten adeta uçarcasına yürüyen anne.
Ve...
Bir silah patlaması.
Anne yere düşüyor.
Göğsünde giderek büyüyen bir kan lekesi.
Düğün alayındakiler, canlarını kurtarmak için, çil yavrusu gibi koşuşuyorlar. Sağlı sollu apartmanlara sığınıyorlar.
Çünkü...
Sırpların keskin nişancısı, tetiği bir kez daha çekebilir.
İçlerinden biri daha kanlar içinde yere düşebilir.
Sokak boşalıveriyor.
Yerde gelinin annesi...
Tek başına...
Kimse yanına yaklaşamıyor.
Ölüp ölmediğini anlamak için nabzına dahi bakamıyor.
Bu sahnenin sonrasını anlatmayayım.
İşte...
"SARAYBOSNA'YA HOŞ GELDİNİZ" (WELCOME TR SARAJEVO) filmi, böyle başlamakta.
İlk kez oradaki Müslüman Kıyımının Belgeseli sayılabilecek bir, konulu Batı filmi bu.
Oynayanlar ünlü değil.
Meraklısına, pembe dizi tarzı heyecan ve duygu ticareti de yok.
Ama, seyredilmeli.

Filmin konusu, insan eliyle yaratılmış "son cehennem" diyebileceğimiz, Saraybosna...
Orada vahşeti yaşayan, görüntüleyen ve yazan gazetecilerin dramı...
Onlardan birinin Boşnak kız çocuğu Emire'yi (filmdeki adı Emira) cephedeki bir yetimhaneden kurtararak, İngiltere'ye götürüşünün, kendi çocuklarının ve eşinin yaşamında mutlu edişinin öyküsü...
Fakat...
Güçlü bir sinema dili ve ilginç teknoloji kullanılmış.
Gazetecinin psikolojisi yansıtılmış.
Ve de "çağdaş" sanılan "çağdışılık..."


Örneğin...
Filmin aktörlerinin oynadığı bölümlerin arasına, Saraybosna'da vahşet sürerken, tam olay anında kameraya alınmış gerçek görüntüler konulmuş.
Vurularak yere düşmüş, ayağı bileğinden kopmuş yaşlı bir kadının, kaldırımda otururken, şuurunu yitirmişcesine ağzından dökülen sözlerini izliyorduk:
"Bizi kim vuruyor? Bize neden böyle yapıyorlar?"
Az ötesinde, kanlar içinde kıvranan gençler, çocuklar...
Bunlar, film gereği yapay canlandırmalar sanılmasın. Gerçek.
Kan
da kırmızı boya değil, hakiki kan.
Çekilen acılar, inlemeler, bağırmalar "rol kesmek" değil, sahici...
Montajda, oyuncuların film seti sahneleriyle, olay anında ve yerinde çekilmiş gerçek görüntüler, ustaca birbirlerine eklenmiş.


Ve gazetecinin dünyası, dramı.
Gazeteci,
önce "insan."
"Haber"
uğruna, her biri intihar girişiminden farksız olan işe giderken "göreve kilitleniyorlar."
Ama, iliklerine kadar dehşetle ürperdikleri anlar da var.
Görevde karşılaştıkları Nazi Almanyası'nın kıyımını anımsatan görüntülerle vurgun yemişçesine sarsılıyorlar.
Psikolojik deprem geçiriyorlar.
Zaman zaman pasaportlarını taşıdıkları Batı dünyasının, sözüm ona devlet büyüklerini tiksintiyle sorguluyorlar.
François Mitterand ve diğerlerini... Onların Saraybosna'ya gelişlerini, tam bir güvenlik çemberi içindeyken, başlarında Birleşmiş Milletler'in mavi çelik kasklarıyla, sözümona kahramanlık ve insanlık sevgisi gösterisi yapışlarını...
"Kimse Batı'nın buradaki durumu düzeltecek müdahalede bulunmasını beklemesin" gibi duyarsız demeçlerini...
Ya da...
"Dünyada daha kötü 13 yer var. Saraybosna, bunların 14'üncüsü." gibi inanılmaz sözlerini...
Her biri aylardır bu cehennemin içinde yaşayan gazeteciler soruyorlar:
"Hangi 14'üncü?.. Baştan başlayarak mı saydınız, yoksa sondan mı?"
Cevap:
"Kem, küm"
Basın toplantıları görüntüleri de, tamamen gerçek.
Türkiye'yi düşünüyorum.
Yıllardır bu topraklarda nice kıyımlar oluyor, nice dostlar, nice arkadaşlar, nice tanıdık - tanımadık aydınlar kurşunlanıyorlar.
Kiminin görüşlerini paylaşırız. Kiminin karşıyız.
O ayrı...
Ama, insan onlar.
Acıları yüreğimize çöker. Yakar.
Yıllarca önümüze kanlar içindeki fotoğrafları geldiğinde, kahır yüklü olarak sayfa çizdik, fotoğraf seçtik, başlık attık, yazı yazdık.
Görevimizdi.
Sonraları...
Televizyonun devreye girmesiyle, yazılarımızı yazarken kanlı görüntüler ekrana gelmeye başladı.
En son Akın Birdal...
Evet...
Yaşamadıklarımızın arasına gerçek görüntüler sonradan ilave edilmiyor.
Gene "Saraybosna'ya Hoş Geldiniz"e dönelim.
Film bittikten sonra Saraybosna'dan yeni gelmiş ve orada doğmuş bir eski gazeteci arkadaşım Kemal Türkkan'la ayaküstü konuştuk. Anlattı:
"Saraybosna, kendini toplamış, neredeyse eski haline dönmek üzere" dedi.
Ve ilave etti:
"Bunu sağlayan, az önce filmde seyrettiğimiz gazeteciler...
Ve sivil toplum örgütleri...
Sağır kulakları, kör gözleri açtılar.
Dünya kamuoyunu onlar ayağa kaldırdı.
Sırp kasaplarına karşı batının askeri müdahalesi ondan sonra yapıldı."
Birbirimize başka birşey söylemedik.
Gerek yoktu ki...



Yazara E-Posta: G.Civaoglu@milliyet.com.tr