Prof. Sulhi Dönmezer anlatıyor: "Daha 1948 yılıydı. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarının Adalet Bakanı, 'Her akşam saat 17.00'den sonra cezaevlerinde Türkiye Cumhuriyeti yoktur' demişti." Yılların deneyimine sahip, hukuk bilgesi Dönmezer, bu anıyı günümüze taşıyarak zamanla daha da derinleşen yarayı göstermekte. Son günlerin tartışma konusu, hapishane skandallarının sorumlusu "Jandarma" mı?... "Hapishane personeli" mi? Bu tartışma, kurumları yıpratmaktan öte bir yarar sağlamaz. Çünkü... Hatalı olan, sistemdir. 1948 yılında neyse... 2000 yılında da o. 1948 yılında da hapishaneler gene böyle korunuyor, böyle yönetiliyordu.
İki formül
Mimarinin değişmekte oluşu yeterli değil. Sistem değişmedikçe, "hapishanelere tabancanın, uyuşturucunun, telefonun nasıl girdiği" tartışmaları sürecektir. Silahlı Kuvvetler'in bir parçası olan jandarmanın... Ya da adalet terazisinde ağırlığı olan cezaevi personelinin karşılıklı suçlamalarla yıpratılmaları, sadece yıllardır bulunulan yerde patinaj yapmaktır. Peki çözüm nedir? Bu konuda iki çalışma var. Birincisi... Çok yüksek teknolojiye dayalı bir elektronik koruma ve denetleme sistemi. İkincisi... Jandarmayı özel uzmanlık isteyen hapishane koruma ve denetiminden çekmek ve onun yerine 50 bin kişilik bir Adalet Koruma Birimioluşturmak.
Sentez
Aslında... Bu projelerden biri, diğerinin engeli değil. Çünkü... Çağımızın hız hivmeleri kazanan uygarlık sürecini, yüksek teknoloji ile vasıflı insan kaynaklarının birlikte yoğuruyorlar. Başta ABD olmak üzere, dünyanın bütün ileri demokrasilerinde, hapisheneler, genellikle son derece gelişmiş elektronik donanımlarla denetleniyor. Bu donanımları aşarak, içeriye değil tabanca, cep telefonu, uyuşturucu veya içki... Hapishane yönetiminden geçmemiş sigara dahi giremez. Ziyaretçi kapısından giren herkes, bir elektronik aygıtlar tünelini aşmak zorundadır. Bunun dışında çantalar araştırılır, gerekirse el konarak oradaki çelik çekmecelere kitlenir. Ayakkabılar dahi çıkartılarak bakılır. Ama... Bunları yapanlar da son derece iyi yetişmiş, uzman olan personeldir. İşte, 50 bin kişi olmaları öngörülen hapishanenin insan kaynaklarını karşılayacak silahlı özel birlikler, yüksek teknoloji kullanma eğitimi de alarak böyle yetişmelidir. Tıpkı... Daha önce teröristlere karşı özel timlerin kurulduğu gibi bir zihniyet değişimine ihtiyaç var.
Ceza kavramında devrim
Bunun ötesinde... Batı demokrasileri, "ceza" kavramında da devrim yaptılar. "Taksirli" denilen, yani kusura dayalı 2 yıla kadar olan hapis cezaları, artık - genelde - cezaevlerinde çekilmiyor. Onlar, ücretsiz olarak kamu görevlerine veriliyor. Sabah 9.00, akşam 17.00 arası hastanelerde, temizlik işlerinde, devlet bina ve yol inşaatlarında çalışmak gibi... Daha hafif cezalara ise ayaklarına elektronik pranga takılarak evden çıkmama cezaları veriliyor. Yani, hapishanelerin mahkum yükü azaltılıyor. Hapishane bütçeleri de mahkum başına düşen harcama miktarı arttırılarak, onların yeniden hayata kazandırılmaları için gereken ortam oluşturuluyor. İnsani koşullarda beslenme ve sağlık standartları için fonlar yaratılıyor. İçerdekilerin de hepimiz gibi birer "insan" olduğunu hiç unutmayalım.