Başbakan Erdoğan’a göre “kriz inişe geçti.”
Gerçekten öyle mi?
Bu iddianın sorgulanmasında fayda var:
İlk aşama, “finans krizi”dir. Bu bağlamda Başbakan Erdoğan, bir bakıma haksız değil.
Hatırlayalım...
Krizin ilk çığlığı, Lehman Brothers’ın “S.O.S”i idi.
Arkası domino teorisindeki gibi Amerika, Avrupa ve tümüyle dünya bankalarının zangır zangır sarsılmalarıyla geldi. Bir kısmı battı.
Fakat... Finans sistemini ayakta tutmak için tarihin en büyük destekleri verildi.
ABD: 1.000 milyar dolar...
Avrupa: 1.900 milyar euro... (Yaklaşık 2.400 milyar dolar.)
Yani... İnanılmaz rakamlar...
Avrupa bankalarının çoğuna yüzde yüz mevduat güvencesi verilmesi de “bonus...”
Böylece... “Finans krizi” aşılmış olmadı ama tepe noktasında kontrole alınmış gibi görünüyor.
Çok büyük bir orman yangını sürerken, alevler ilerleyerek her şeyi karartırken, çevresinin açılması ve anormal bir rüzgâr patlamazsa kontrol altına alındığı gibi bir durum.
Başbakan Erdoğan, işte bu manzarayı “kriz inişe geçti” diye okuyor olabilir.
Yangın reel ekonomide
İkinci aşama, “ekonomide kriz”dir. Bu boyutta ise değil inişe geçmek, tırmanış daha yeni başladı.
2009’un, “ekonomide kriz”in nükleer patlama sonrasının her şeyi kavuran fırtına gibi vuracağı bir yıl olması bekleniyor.
Türkiye’de bankacılık sistemi bir önceki kriz gibi değil, nispeten kuvvetli, hazırlıklı...
Döviz rezervi fena değil. Bu nedenle bankaları deviren “finansal kriz” Türkiye’yi vurmadı.
Ama... “Ekonomik kriz” korku filmindeki yaratık Godzilla gibi yeryüzüne çıktı. Yaklaşıyor.
Reel ekonomiyi oluşturan fabrikalar, KOBİ’ler, atölyeler, dükkânlar, AVM’ler, hizmet sektörü, yaratığın “toksik” soluklarını algılamaya başladılar bile...
Krediler geri çağrılıyor. Yeni kredilerde bankalar isteksiz. Dışarıdan kredi muslukları yarı yarıya kısıldı.
Faturalar kesiliyor, ödemeler öteleniyor. İhracat pazarları daralmakta. İç tüketim kazık fren yaptı.
İşçi tenkisatı için bazı sektörlerde düğmeye basıldı.
Henüz “Biraz daha bekleyelim, görelim” denildiği için tümden tenkisat yerine, “esnek çalışma” modeli uygulanıyor.
Ekonomi büzülüyor. Dram, 2009’da...
Keşke Türkiye’nin 2009’da “Hamdolsun, teğet geçti, gitti” denebilecek bir şansı olsa...
IMF - SANDIK
IMF ile hâlâ anlaşma imzalanmayışı, “sandık ile IMF çekişmesi” olarak yorumlanıyor.
Gerçekten IMF ile anlaşma imzası, “ekonomiye çok sıkı bir disiplin korsesi giydirmek” ve “yerel seçimlerde, belediyelere arpalık kapılarının kapanması” demek.
Ankara penceresinden sorun, “ekonomik” değil, “siyasi...”
Ama... Bu siyaset ekonominin ipini çeker. Bedelini tüm milletle birlikte AKP de ödemek zorunda kalır.
Anlaşılan...
“Önümüzdeki en yakın maç yerel... Onu alalım, derbiye daha çok var. İleride küresel kriz aşılır. Ekonomiler yükselişe geçer. Rüzgârları, Türkiye’nin de yelkenlerini doldurur” diye düşünülüyor olmalı.
Tehlikeli bir hesap...
Bu kafada gidilirse ve IMF ile anlaşmanın sağlayacağı psikolojik ortam, güvence gene ıskalanırsa, 2009’un ilk ayları bile öyle yakıcı olur ki, AKP oyları yerelde de tutuşur.
“Sandıklarda biraz kül, biraz duman” durumları oluşabilir.
Bu kumara ne gerek var?..
AKP belediyeleri genellikle başarılı.
Seçmenle ilişki hiç kopmadan bir önceki seçimden beri sürdürülüyor.
Devletin “vaat” kartları olan “jokerler” AKP’de...
Bu durumda başta IMF ile anlaşma imzalamak olmak üzere ciddi ve sağduyulu bir politika izlemek, AKP için “aklın yoludur.”
Adam o gün işinden çıkarılmışsa, bunun sorumlusu olarak krizi iyi yönetemeyen seni görüyorsa, evine gönderdiğin kömürün, birkaç paket pirincin ve yağın esamesi okunmaz.
.........................
Not: 26 Kasım 2008 tarihli yazımla ilgili açıklama...
Değerli hocam Uğur Alacakaptan’ın yaşı tutmadığı için Hukuk Fakültesi diplomasını Danıştay kararıyla alabildiğini ve profesör olduğu yıl dekan seçildiğini yazmıştım.
Doğrusunu yansıtayım:
Prof. Alacakaptan erken mezun olduğu için baroya kayıt yaptırmak üzere 21 yaşının dolmasını beklemek zorunda kalmıştı. Dekan seçilmesi ise, profesör oluşundan 1 yıl sonradır.
40 yıl öncesine uzanan anılarda, hafızam beni bazı ayrıntılarda yanıltmış.
Hocamdan özür diliyorum.