ÇEVRESİNDE sevilen ve sayılan bir işadamı. Eşi ve çocuğuyla düzgün yaşamı olan bir “aile babası...”
İnce yapılı, gözlüklü, efendi görünüşlü...
Onun 24 genç kadını öldüren “seri katil” olabileceği akla gelecek son şey.
Evindeki haritada ormanlar ve buzlarla kaplı bir alandaki 24 yere çarpı işareti koymuş.
Bunlardan 17’sinden öldürdüğü kadınların cesetleri çıkmış.
Birini ayı yerken bulmuşlar.
Adam ekonomik sıkıntısı olan çok genç yaşlarda kızları ya da fahişeleri seçiyor.
Para karşılığı fotoğraf çekmek veya seks için kandırıyor.
Cinsel istismardan sonra işkence yaparak öldürüyor.
Sadece biri kaçmayı başarıyor.
Ve “seri katilin” sonunun başı da işte bu kaçış.
Emekliye ayrılmak üzere olan polis şefi, müthiş bir takip ve araştırmayla cinayetlerin failinin o işadamı olduğunu ortaya çıkarıyor.
“Karanlık Cinayetler” adıyla gösterimde olan “The Frozen Ground” 1 saat 45 dakika izleyiciyi tutsak almakta.
NİŞANTAŞI Frankie Roof’ta söyleyen Evrim Özkaynak tutku yaratmıştı.
Sonra haftanın bir günü de Tolga Futacı ile Cana Çankaya da çıkmaya başladı, bağımlılık oluşturdu.
Cana Çankaya mikrofonda başarılı olmasının yanı sıra trompet de çalıyor.
“Pop müziğini caz tadında” sunan bir grup bu.
Frankie’nin, Boğaz ve Sarayburnu manzaralı terası yaz gecelerinde de keyifli.
Midilli adasından mutfak şefi ise Ege’nin lezzet rüzgarlarını estiriyor.
Nişantaşı’nda canlı müzik yapan “tek” mekan olmanın ayrıcalığı var.
İstanbul’un her mevsimini severim.
Ama...
En çok yazını.
Kalabalık uzaklaşmış, sahillere akmış.
Kalanlar sayfiyedeymiş gibi şortlu, rahat, telaşsız.
Böyle “teras” mekanlar da “limonata gibi” püfür püfür...
SAKİN DOĞUM GÜNÜ
GEÇTİĞİMİZ salı doğum günümdü. Bodrum’daki evin terasında Canan ve köpeğimiz Lola ile birlikte geçirdik geceyi.
Pastasız, konuksuz, gürültüsüz, şenliksiz ama “mutlu...” (tahtaya vuruyorum)
Masadaki yemeklerin kraliçesi harika bir domatesli, biberli bulgur pilavıydı. En sevdiklerimden biri.
Çarşamba gazeteye geldim.
Baktım ilginç bir pasta.
Daha doğrusu her birinin üzerinde “sağlık, mutluluk, başarı, iyi ki doğdun” gibi yazılar olan küçük kekler.
Kırmızı desenli karton raflarla yapılmış konstrüksiyonda dizili...
Sevgili dostumuz başarılı PR’cı Şila Gök göndermiş.
.................
Gece Fenerbahçe’nin tur maçını izleyeceğim -bizim- Nişantaşı’nın keyifli “Mahalle” cafe-restoranına geçtim.
“Pastanın benden olduğunu söylememelerini” rica ettim.
Önce kaldırımdaki masalardan birinde nefis kağıtta levrek...
Sonra çoğunu tanımadığım bir grupla koltuklara gömülüp televizyonda maç keyfi...
Hem insanlarla olmak ve hem de bir bakıma “tek başına” uzatılmış doğum günü.
“Mahalle” Nişantaşı’nın, Ihlamur Yolu’ndaki “saklı bahçesi” gibidir.
O nedenle yukarıda -bizim- diye yazdım.
Çünkü -sadece- değilse bile -genellikle- Nişantaşlıların bildiği özel mekanlardan...
Lezzetli, özel yemekleri, ıhlamur ağaçalrının altındaki kaldırımlara taşan mumlarla aydınlanmış masaları, devamlı gelenleri, müziği, telaşsız insanları, gülen yüzleri ile evimizin balkonu ve salonu gibi...
“Slow city” kıvamında bir hoşluk...
Özay Şendir
“Erdoğan, Osmanlıyı diriltmek istiyor…”
11 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Şaşırtan Çin
11 Mayıs 2025
Zeynep Aktaş
Yatırımda yeni şifre: Hızlı nakit
11 Mayıs 2025
Ali Eyüboğlu
Nükhet Duru: Fırınlanmadan, pişmeden kalıcı olunmaz
11 Mayıs 2025
Güldener Sonumut
Vadeli lider vs. Vadesiz lider: Habemus Papam...
11 Mayıs 2025