Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İki Başbakan, kendilerine ayrılan kürsülerin arkasındaki yerlerini alıyorlar. İlk sözü Erdoğan alıyor.Şöyle diyor:"Sayın Rasmussen ile çok verimli bir konuşmamız oldu. Bu ortak basın toplantısında birlikte açıklama yapmayı programlamıştık.Ancak ülkemde 30 bin insanımızın canına kasteden bir terör örgütünün TV temsilcilerinin burada bulunmasını ve sorular yöneltmesini kabul edemem. Bu görüşlerimi Sayın Başbakan'a da ilettim. Danimarka yasalarına göre, o TV mensuplarının toplantıya katılmalarının engellenemeyeceği yanıtını aldım. Gerekçelerine katılmamakla beraber, konuk olduğum bu ülkenin hukuk ve demokrasi anlayışını uygulamak kendi takdirleridir.O nedenle konuşmasını yapmak üzere salonu, Danimarka Başbakanı'na bırakıyorum. Beni anlayacaklarını umarak basın toplantımı bulunduğum otelin salonunda 1 saat sonra yapacağımı, ülkemin yasalarına göre meşru sayılmayan yayın kuruluşları mensupları dışında sizlerin davetli olduğunuzu bildiriyorum. Teşekkürler."Başbakan Erdoğan, bunu söylüyor, Başbakan Rasmussen'in elini sıkıyor ve kürsünün arkasındaki kapıdan çıkıyor.Bu arada Roj TV'nin ve birkaç gazetecinin protesto sesleri oluyor ama hiç önemli değil.......................Böylece Erdoğan, seçkin bir gazeteci topluluğuna açıklamalar yapmak fırsatını ıskalamamış oluyor. Çünkü... Sadece Erdoğan-Rasmussen görüşmesi için Kopenhag'a uğramayacak gazetecilerin ve bu görüşmeye belki bir paragraf bile ayırmayacak küresel medyanın NATO toplantısı nedeniyle Kopenhag'a odaklanmaları, ıskalanmaması gereken şanstı.....................Ne yazık ki yukarıda çizdiğim sahne gerçekleşmedi. Erdoğan, Türk gazetecilere konuşarak "Türk'ün Türk'e propagandasının" bir örneğini daha vermekle yetindi. Doğru fakat eksik tavırla, şans ıskalandı... Yazık oldu........................Ya Başbakan'ın "akıldaneleri" ona iyi kurmaylık yapamıyorlar, dış politikanın gerektirdiği ince ayarlı fikirler üretemiyorlar.... Ya da Başbakan, bazı liderlerde zamanla "akut" hale gelen öfke patlamalarını yapıyor, kurmaylarını korkutmuş ve sindirmiş bulunuyor. Kurmayları ona, fikir söylemek cesaretini -gazabından korktukları için- gösteremiyorlar.Birinci olasılık için çözüm var... Danışman kadrosunu güçlendirir.İkinci olasılık ise vahim... Türkiye siyaset tarihinde her liderin etrafında görülen "evet efendimci şakşakçıların" Türkiye'nin kaderini aşağılara çekmeleri önlenemez......................Esmekte olan "ulema" fırtınasına gelince...Başbakanlık Basın Sözcüsü Beki tarafından yapılan bildirim, "hangi niyetle okunduğuna bağlı" bir açıklamadır.Bu açıklamayı, dileyen "Başbakan'ın söylem yanlışlığını düzeltmek..." Dileyen de "medyadaki yayınları düzeltmek" olarak algılayabilir.Ancak... Sonuçta ve genelde "amacını aşma" fiilinin gerçek olduğu söylenebilir. Çünkü, aksi halde, "amacını aşmak" değil, "haddini aşmak" olurdu.Türkiye Dışişleri Bakanı'nın eşi bile "türban" nedeniyle AİHM'ye başvurmuşsa, o hükümetin Başbakanı, aynı AİHM'nin türban konusunda karar verecek merci olmadığını nasıl iddia edebilirdi?Ayrıca... Başbakan'ın ya da Dışişleri Bakanı'nın kişisel iradelerinin çok üstünde, Türkiye adına AİHM'nin yetkisini kabul eden kararlar ve imzalar var.Bu imzalara rağmen Başbakan Erdoğan, AİHM'nin "Hüküm verme yetkisi yoktur" elbette diyemezdi. Hele, Anayasa'nın değişmez/değiştirilemez hükmüyle vurgulanan Türkiye'nin "laik devlet" yapısına rağmen "dünyevi" bir konuda kararın "ulema"ya ait olduğunu söyleyebilmesi mümkün değildi.Açıklama, en azından bütün bu "olmayacak şeylerin", siyah beyaz bir fotoğraf gerçekliğinde kabulü olarak da yarar sağlamıştır. g.civaoglu@milliyet.com.tr Başbakan Erdoğan, Danimarka Başbakanı Rasmussen ile birlikte ortak basın toplantısına giriyor.