Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


AB ortak tek para euroya geçtikten sonra, 12 üye ülkenin fiyat karşılaştırmaları net, tartışma dışı ve kolay hale geldi. Yönetimler sorgulanıyor... Zorlanıyor:
"Almanya'da aynı otomobil alımı için neden daha az vergi ödeniyor?
..........
Bizde Emlak Vergisi neden diğer AB ülkelerinden şu kadar euro yüksek?
..........
Emekli aylığımız gerçi 4 ülkeden fazla ama 7 ülkeden de düşük... Neden?
........."
Ve bunun gibi...
Türkiye, AB üyesi olsaydı doğalgaz bedelini de böyle karşılaştırmalı ve net sorgulayacaktı.
Zaten, Türkiye AB üyesi olsaydı, ne doğalgaz bedellerinde, ne yaşamın tüm boyutlarında, bu sorunlar hala olur muydu?

Kıskanmam... Gıpta ederim. Yani imrenirim.
Ama ilk kez yılbaşı gecesi Paris - Sen Nehri üzerindeki köprüde dalgalanan 12 dev ipek bayrak arasında birini kıskandım.
Hem de tedavisi "yok" hallerde.
Mavi zemin üzerine beyaz yatay çizgileri ve köşesinde beyaz haç olan bir bayraktı.
Yunanistan bayrağı...
Sen Nehri üzerindeki Pont Neuf adlı köprü, mavi projektörlerle aydınlatılmıştı.
Gece ve gök, Sen sularının karanlığı, taş köprü reklamlardaki Parliament mavisine dönüşmüştü.
2002'ye girişle birlikte, 12 AB ülkesinde ortak para Euro'ya geçiş şenliğiydi bu.
Işık oyunlarıyla Sen Nehri duvarlarına AB ortak parası Euro simgesi olan içinden yatay çift çizgi geçmiş E harfleri yansıtılmıştı.
12 bayrak Avrupa'nın 12 lordluğunu, coğrafyanın efendilerini temsil ediyordu sanki.
AB'nin bekleme odasına lütfen(!) kabul edilmiş ve kapının belki de hiç açılmama tehdidi altındaki bir Türkiye yurttaşına acı veriyordu. O bayrağın her dalgalanışı yüreği matkap gibi oyuyordu.
İnsan hakları, demokrasi ve ekonomide Türkiye hala hazırlık sınıfında okutulan sakal bıyığı çıkmış kocaman bir adamın garip ve hüzün verici görüntüsünde.
Yunan bayrağının yanında böyle bir Türkiye hologramının parçasıydım. Kendimi Notre Damme'nin kamburu Quasimodo gibi hissettim.

Sen kıyısında, çok eskilerde manastır olan bir kitapçı vardır.
Ortasında, yüzlerce yıl önce rahiplerin su çıkardıkları - hala dolu - kuyusu, eski taş duvarları Paris'in alın yazıları gibi bir hoş mekan.
Orada genelde seçilmiş kitaplar satılır.
Eski... Yeni...
Ama mutlaka ilginç.
Çağların ağırlığında bel vermiş ahşap rafların önünde saatler akar gider.
O gün aldığım kitaplardan biri de Hit Parade CIA idi.
CIA'nın "en şanlı(!)" operasyonları diyelim.
Kitapta 1960'lı yıllarda CIA'nın Atina'da tezgahladığı darbe de anlatılır.
Albaylar Cuntası döneminde, ekonomi felaket. Enflasyon almış başını gidiyor. İşkenceler, faili meçhuller, baskı, sansür ve demokrasi rahmine, yani doğduğu topraklarda sürgülenişi...
1970'lerde Türkiye, muhtıralı ara dönemin, Yunanistan ise Albaylar cuntasının tünellerinden çıktığında her iki ülkeye de Avrupa'dan yapılan "tam üyelik çağrısı" dönemin Başbakanı Ecevit'ten "Onlar ortak biz pazar... istemiyoruz. Bizi Avrupa'nın bahçıvanı yapacaklar" gibi söylemlerle geri çevrilmeseydi...
Türkiye bayrağı da 2001'in son gecesi Pont Neuf'te dalgalanıyor olacaktı.
Fert başına milli gelirimiz 10 bin doların üzerine çıkacaktı, enflasyonu yüzde 1'de kalacaktı.
Türkiye insanı vize için sabah karanlığında konsolosluk kapılarında kuyruğa girmeyecekti.
Dilediği Avrupa ülkesinde çalışacak, iş kuracaktı.
Avrupa Parmamentosu seçimi için oy kullanacaktı.
İnsan hakları ve demokrasi sınavlarının yaşı geçmiş, sürekli dışardan imtihana giren haylaz öğrencisi gibi görülmeyecekti.
Yöneticilerini doğalgaz fiyatları için euro birimiyle sorgulayacaktı.
..........
2002'yi ıskalamamanın "fevkalade" önemi, belki de son şansımız olmasındadır.