Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

IŞİD “düğümü” çözdükçe dolaşan “kördüğüm...”
Tıpkı Hümeyra’nın şarkısı gibi.
Türkiye sınırları durup dururken mi “yolgeçen hanına” dönüştü?
Türkiye istediği için mi “elek” oldu?
..........................
Adamın biri denize düşmüş.
Yüzme bilmiyor.
Çırpınıp duruyor.
Neyse...
Başka “adamın biri” denize dalıyor.
Boğulmak üzere olan zavallıyı çeke çeke kıyıya getiriyor.
Ölümden kurtarıyor.
Kurtarıcı adam kıyıya çıktığında alkış kıyamet...
“Bravo” sesleri.
Omuzlara alınıyor.
O ise şaşkındır.
Etrafına dönüp soruyor:
“Sağ olasınız ağalar. İyi hoş da beni denize hanginiz itti?”

‘ESAD’ NASIL ‘ESED’ OLDU?

BU öyküdeki gibi bir soru:
“Ağalar iyi hoş da Türkiye’yi bu Suriye batağına kim/kimler itti?”
“Esad kardeşim/Tayyip Erdoğan kardeşim” muhabbeti sürerken...
Karşılıklı aile boyu ziyaretler yapılırken...
İki ülke arasında “pasaportlarda vize” bile karşılıklı kaldırılmışken birdenbire “Esad” nasıl “Esed” oldu?
Suriye o zaman “demokrasiydi” de ansızın “diktatörlüğe” mi geçivermişti ki “Türkiye bu zalim yönetime karşı çıkmak boynumuzun borcudur” demişti.

BOĞAZ’DA BİR AKŞAM

ARAP Baharı’nın kıvılcımları daha yeni yeni Suriye üzerinde uçuşuyordu ki Boğaz’ın Anadolu yakasında bir yalıya davet edildim.
Akşam daveti ABD’nin “zirve” ismi için düzenlenmişti.
Yalının rıhtımına büyük bir ateş yakılmıştı.
Bizi getiren motor i“Alevleri rotanıza koyun, hiç aramadan doğrudan davetin yapıldığı yalıya yanaşırsınız” demişti.
Sanıyorum “tek Türk gazeteciydim.”
Şerefine davet düzenlenen kişiden “tek kelimeyle bile bahsetmememiz” istenmişti.
Konuşmaların odağında dönemin Irak Başbakanı Maliki vardı.
Beyaz Saray için “Maliki’nin büyük problem olduğu” konuşmalardan anlaşılıyordu.
“Zirve isim” ayrılırken ona çok kısa ve net bir soru yöneltmiştim:
“Ya Suriye?”
O da kısa ve yalın bir cevap vermişti:
“Çare Türkiye...
Ama...
Sadece Türkiye’yle sonuç alabilir miyiz?”
Sözlerinin burasında kollarını iki yana açmış şu söylemle noktayı koymuştu:
“Bilemem... Ancak Türkiye’den başka deneyecek şansımız yok.”
........................
O konuşmadan sonra çok geçmedi Türkiye hızlı vitesle Suriye’yle köprüleri asmaya, bağları koparmaya başladı.
Özellikle Batı basınında “Türkiye’nin Suriye’yle sınırının kevgire döndüğünü, Esad’a karşı muhaliflerin Türkiye üzerinden de Suriye’ye geçiş yaptıklarını, Türkiye sınırında sığınmacı kamplarının bazılarında Esad’a karşı savaşan muhalif grupların eğitim aldıkları” yolunda haberler birbirini kovalıyordu.
O zamanlar henüz IŞİD adı pek duyulmuyordu ama El Kaidecilerin Hatay’da ve bazı Suriye hududu olan illerimizde “cirit attıkları” yolunda yayınlar da yapılmaktaydı.
Türkiye’nin aralarında “radikal İslamcıların” da bulunduğu grupları silahlandırdığı yolundaki haberler Batı medyasında uçuşmaktaydı.
IŞİD de zaten El Kaide’den kopanların örgütü değil mi?
Bu haberlerin tamamı doğru olmayabilir.
Ne var ki...
Suriye’deki muhalif güçlerin Türkiye’den de donatıldıkları herhalde “yalan” değil.

UFUKTA ALKIŞ YOK

BURADAN yazının başlarındaki “mizaha” dönelim.
Türkiye’yi Suriye batağına kim/kimler itti?
Şimdi o “kim/kimler” mi Türkiye’den bu kez “IŞİD’e karşı NATO çağrısıyla ortak harekâtta yer almasını” istiyor?
Yani...
Türkiye’yi Suriye batağına itenler mi?
Türkiye’nin Güney sınırında 450 km boyunca PKK’nın uzantısı olan PYD var.
IŞİD’in sınırlarımıza dayanarak komşu devlet (!) olmasını önleyen ise PKK katkısıyla PYD savaşçıları.
Türkiye IŞİD’e karşı koalisyonda yer alarak PYD’yi de desteklemek kavşağında mı?
........................
Denize itildikten sonra kurtarıcı adam alkışlanmış, omuzlara alınmıştı.
Sonuç ne olursa olsun o “kim/kimler” Türkiye’yi ne alkışlayacak ne de omuza alacak gibi görünüyorlar.
Bir kördüğüm ki çözdükçe dolaşıyor.