Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Hafta sonunda 2014 Türkiye’sine ışık tutacak bir film izledim; “Mandela: Özgürlüğe giden uzun yol...”
Mandela beyazların egemen olduğu Güney Afrika -ırkçı- devletinde genç bir avukat.
Siyahların değil “eşit oy hakkı”, “eşit yurttaşlık ve söz hakkı” bile yok.
Bir beyaz önüne çıkan bir siyaha “çekil kenara zenci” diyerek onu itebiliyor.
Beyazların lokantalarında, sinemalarında, toplu taşıt araçlarında bir siyaha asla yer yok.
Bir zencinin yargılandığı mahkemede siyah avukat Mandela, beyaz davacıya soru sorduğunda muhatap kabul edilmiyor.
Ve böyle aşağılandıkları ırkçı devlette siyahlar örgütlenerek protestolarını başlatıyorlar.
Örneğin...
Kendilerine ayrılan otobüslere, tramvaylara, trenlere boykot ilan ediyorlar.
Bu bile suç.
Örgüt liderleri hemen sorgulamaya alınıyor.
Bazıları hapsediliyor.
Liderlerden genç avukat Mandela da hapsedilenler arasında.
............................
Bu arada filmin “put” yaratmadığına insan hallerine dokunuşlar yaptığına da işaret edeyim.
Misal...
Mandela eşinden başka kadınlarla da sevişiyor.
Liderlik “güç” demektir.
“Güç” ise erkeğin “afrodizyak” hammaddesidir, kadınları çeker.
Eşiyle bu yüzden sık sık kavga ediyorlar.
Kısa süreli tutuklanmalarından sonra eşi, iki çocuğunu alıp gidiyor.
Yalnız kalan Mandela çok geçmeden Winnie adlı genç bir kadınla ilişki kuruyor.
Aralarında büyük aşk doğuyor.
Mandela artık “şiddet içermeyen” protesto eylemleriyle sonuç alamayacağını anlamıştır.
Harekete “silahlı eylem” kimliğiyle devam kararı alır.
Artık sabotajlar yapılmakta, beyazlara dehşet eylemleri düzenlenmektedir.
Silahlı eğitim kampları kurulmuştur.
Zaten iyi bir boksör olan Mandela bu kamplarda silah kullanmayı da öğrenir.
Polis tarafından aranmaktadır.
Nihayet yakalanır.
Hapse konur.
Tam 27 yıl sürecek zindan hayatı başlamıştır.
Kaya kırmak, taş döşemek, yol yapmak gibi ağır işlerde çalıştırılır.
Eşi Winnie bayrağı Mandela’dan devralmıştır.
Şiddet eylemlerinin komutanı bir kadın liderdir.
................................
İşte burada devreye çok önemli bir isim girer; Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Başkanı Federik Willem de Klerk...
Yeni Başkan “dini inançları çok güçlü bir siyasetçidir, kendisinin o ülkeyi huzura ve düzene kavuşması için Tanrı tarafından gönderildiği” kanısındadır.
O yıllarda Güney Afrika Cumhuriyeti siyahlara karşı ırkçı tutumu nedeniyle bütün dünyada protesto edilmektedir.
Güney Afrika ürünlerine boykot/ambargo uygulanmaktadır.
Dünyadan dışlanmış, ekonomisi inişte izole bir devlet devralmış olan de Klerk çözüm için hapisteki Mandela’yla adamlarını konuşturur.
Mandela’ya “devlet yönetiminde siyahlara da paylaşım verileceği” vaat edilir.
Karşılığında Mandela serbest bırakılacaktır.
27 yıldır hapiste olan Mandela bu öneriyi geri çevirir.
Peki ne ister?
Tek bir şey; “siyahlara da beyazlarla eşit oy hakkı...”
Başkan de Klerk sonunda Mandela’ya “seni kayıtsız şartsız serbest bırakıyorum” der.
.................................
Mandela 27 yıl sonra nihayet serbesttir ama eşi Winnie örgütün “eşbaşkanı“ gibi algılanmaktadır.
Örgüt artık şiddetin, kan dökmenin tutkunu hale dönüşmüştür.
Mandela önce Winnie’den boşanır.
Onu güçsüz hale getirir.
Sonra da şiddete bağımlı örgüte şöyle der:
“Karşımızda bütün Afrika’nın en güçlü ordusu var. Silahla yenemeyiz. Kan dökülmeye devam eder.
Oysa...
Oylarınızla iktidarı alabilirsiniz.”
Gerçekten ilk seçimde Mandela başkan seçilir.
Ancak... Kalbinde kin ve intikam duyguları yoktur.
Ülkeyi beyazlarla birlikte yöneteceğini açıklar.
Gerçek demokrasiye geçilir.
................................
Filmin sonu zaten belli olduğu için yazmakta sakınca görmedim.
Burada önemli bir ders var.
“Başkan de Klerk’in kendi koltuğunu feda etmek pahasına demokratik bir devlet için her şeyi yapabilmesi Mandela’nın da silahın çözüm olmadığını, birlikte yaşamayı, demokrasiyi içselleştirmesi...”