Annesinin aynı bombalarla öldüğünü bilmiyor. Bugünün Anneler Günü olduğunu da - herhalde - kimse ona söylemeyecek. Zaten Anneler Günü nedir... Bilmiyordur bile...
..........
Yıllar önce, Güney Amerika'da çekilmiş bir "çocuk ölümü" izlemiştim.
Hala gözlerimin önünde.
Bataklığa düşmüş 6 yaşlarında bir çocuk.
Kıyıda bütün aile, halk... Kameralar.
Çocuk, santim santim batağa gömülmekte.
Kimse yardım edemiyor.
Gözleri iri... Kara...
Tıpkı Abbas'ınki gibi.
Ne olduğunu anlamadan, kıyıdakilere bakıyor.
Kötü bir şeyler olduğunu hissediyor ama ne?
Ölümü bilmiyor ki, ölüme yaklaştığını anlasın.
Sadece, arada bir İspanyolca "anne" diyor.
Bağırmıyor. Ağlamıyor.
Kıyıya ancak duyulabilir sesi geliyor:
"Anne..."
Kamera anneyi gösteriyor.
Onu, kerpeten gibi kollar, sımsıkı tutmuş. Kendini batağa atmasın diye.
Çocuk yavaş yavaş santim santim sulara gömülüyor.
Omuzlar... Boyun, çene...
Ağız da çamura gömülürken son sesi duyuluyor: "Anne..."
Sonra...
Artık ses yok.
Sadece iri kara gözler.
Kamera bir anneyi gösteriyor... Bir o iri kara gözleri.
Ve çamur selinin altında onlar da yok oluyor.
Mehmet Ali Birand'ın 32. Gün programlarının ilkinde yer almıştı o görüntüler.
Beynime kazınmıştı.
Gözyaşları iri kara gözlü çocuk içindi... Hangi yürek kanamazdı ki?
Ama onun acısı birkaç dakika sürmüştü.
Ya çaresiz çırpınan annenin?
Anne unutuldu gitti.
Oysa kim bilir nasıl bir dram yaşadı...
Yaşayabildiyse!
Bizim evin bahçesinde anneler yaşar.
Örneğin...
Daha önce de yazmıştım... Manolya ağacının adı Melahat Hanım'dır. Anneme babam "Manolyam" derdi. Onu yitirdiğimizde, manolya fidesini dikmiştik. Şimdi büyüdü, bir Boşnak kadını olan annem gibi boylandı. Hemen yanında, bir selvi vardır. Adı Sait Bey. Babam, annemden kısa boyluydu... Annem ona "selvim" diye takılırdı.
Selvi, bahçede kümesin tek horozu gibi... Çünkü başka anneler de var.
Bir gül fidanı... Adı Sevgi. Ana yarısı ablamın adı.
Bir çam ağacı... Daha önce dikilmişti. Şimdi kocaman. Adı Bayan Milanka oldu benim için. Yaşamını engellilere spor yaptırmaya adamış olan Bayan Milanka.
Sabah, hepsi ile söyleşimiz var.
Bugün bir fide daha dikilmeli.
Ailenin en deli fişek, en dost, en bohemi... Ressamı. Meldan için.
Acaba en çılgın, çiçek, ağaç, meyve ne ki?
Belediye Bahçeler Müdürlüğü uzmanı Nihat Şimşek erguvan ya da Sultanahmet - Ayasofya arasında bahar çılgınlığıyla coşmuş süs kirazını önerdi.
Anneler Günü'nün kökenine baktım.
Sümerlere uzanıyor. Bahar ayları çeşitli isimlerle doğurganlık, analık, doğanın yeniden uyanışı ile birlikte kutlanmış.
1600'lü yıllarda "mothering day" adı ile şenlikler düzenlenmiş.
Çalışanlara tatil verilmiş.
"Mothering cake" (analık pastaları) sunulur olmuş.
Hıristiyanlığın yayılmasıyla tüm kötülüklerden koruyan "Anneler Kilisesi'ni" onurlandırmak için bu kutlamalar çerçeve değiştirmiş.
İlk kez 1872'de Boston'da resmen Anneler Günü kutlanmış.
Yüzyılın başlarında bütün dünyada kutlanmaya başlanmış.
Ben Hürriyet'te, kulağı küpeli, boynunda zarif kolyesi olan, sade ve çağdaş bir profille Anneler Günü'nü öğrenmiştim.
Hala Anneler Günü'nün simgesidir.
Hürriyet'in ilk logosunu da çizen Tahsin Öztin'in fırçasından çıkmış olabilir.
O simgenin ardında hepimizin kendi anneleri vardır. Hatırladıkça burnumuzun direği sızlayan annelerimiz.
..........
En çok kime kızarım?
Anneye küfredenlere.