Bugün Elbette...Haber doğruysa... Talabani doğru söylüyorsa."Kedi bile vermeyiz" söyleminin bir cumhurbaşkanına yakışıp yakışmadığı ayrı konu...Tutun ki taşıdığı etikete değil ama kendisine yakışıyor olsa bile, bu nasıl çelişkidir?"Irak güçlerinin PKK'lılara erişemediğini, Irak kuvvetlerinin oralara uzanamadığını" söyleyen de aynı Talabani değil miydi?ABD bastırınca "sahibinin sesi" plağı dönmeye mi başlıyor?Öte yandan...ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın Başbakan Erdoğan'dan istediği birkaç günlük süre doldu.Bu kez de oyalama ve soğutma taktiği böyle "vaatlerle" sürdürülecek kuşkusunu duyuyoruz.Bırakın liderleri... PKK'nın Dağlıca baskınında rehine alınan sekiz Türk askeri bile henüz serbest bırakılmış değil. O sekiz gencin ailesi, "asker ocağı" olan TSK, tüm ulusumuz onlar için kaygılı.İletişim çağındayız... İsrail'in Filistin kontrol noktasında nöbet tutan iki askerinin kaçırılması üzerine savaştığı gerçeği Türk kamuoyunun belleğinden silinmiş değil. İki Musevi asker kadar sekiz Türk askerinin değeri yok mu sorusu? Beyinlerde acı veren bir kıvrım.Bunun kanıtı caddelere, meydanlara tepki seli gibi akan bu toprakların insanlarıdır.Türkiye, "vaatlerle" durdurulmak ve oyalanmak sürecinde sınırlarına dayandı.Tıpkı deprem öncesi fay hatlarındaki enerji birikiminin patlama potansiyeli gibi bir sosyal psikoloji "med" hareketi oluşmakta. Toplum deniz gibi kabarmakta. Hükümetin ya da Irak yönetiminin, ABD'nin bir şekilde bu enerjiyi boşaltma zorunluluğu var.Bir şeyler yapılması gerek.Kontrolü yitirmeden, toplumsal psikolojinin bentleri yıkmadan akabileceği bir vadi açmak gerek.Sadece demokrasilerde değil, müdahalelerde de çare tükenmez. NOT: Yukarıdaki satırların mürekkebi bile kurumadan Talabani'den "PKK liderlerini teslim edeceği" yolundaki ifadeler bir vücut çalımıyla yalanlandı bile. Ortadoğu için "Kum ve petrolün kaygan çamur zeminidir" söylemi boşuna değil. Bakınız daha 48 saat önce "Değil PKK liderleri, Türkiye'ye kedi bile vermeyiz" diyen Irak Cumhurbaşkanı Talabani, "birkaç PKK elebaşısını paketleyip Türkiye'ye teslim edeceği" mesajını vermiş. 1964 yılında Kıbrıs'ta Rumlar son katliamlarıyla tıpkı bugünlerde olduğu gibi Türkiye'de müthiş bir ulusal tepki dalgasını kabartmıştı.Hiçbir hükümet bunun karşısında duramazdı. Cumhuriyetin kurucularından olan, büyük ağırlık sahibi Başbakan İnönü bile...Ancak...O zaman da başta ABD olmak üzere İngiltere ve tüm dünya ülkeleriyle diğer süper güç Sovyetler Birliği, Türkiye'nin silahlı bir müdahalesine karşı tavır koymuşlardı. İnönü'nün Türkiye'yi İkinci Dünya Savaşı'nın dışında bırakan diplomasi dehası bir formül üretti: "sınırlı polis müdahalesi..." Türk jetleri filolar halinde havalanıyor ve Kıbrıs Türklerine katliam yapan Rum güçlerini bombalıyordu.Öyle "göstermelik" türünden değil... Ciddi ve yoğun bir bombardımandı.Dönemin başbakanı, ak saçlı delikanlı İnönü buna uluslararası hukuktan, anlaşmalardan kaynaklanan "sınırlı polis müdahalesi" adını vermişti.Dünya medyasına ve başkentlere amacı işgal olmayan, ancak adadaki Türklerin kutsal yaşam hakkını korumaya alan bir "sınırlı polis operasyonu" açıklaması yapıldı.Türkiye'nin ABD'ye, diğer süper güç Sovyetler Birliği'ne ve Avrupa'ya rağmen böyle bir havadan bombardıman yapabileceğine kimse ihtimal vermiyordu...Ama...İnönü'nün "sınırlı polis müdahalesi" formülü bir diplomasi harikasıydı. Müdahale oldu... Ve aynı gün bitti. O tokadın etkisi 10 yıla yakın süre Rumları hizaya sokmuştu. Ta... 19 Temmuz 1974 tarihli, Ecevit hükümetinin Barış Harekâtı'na kadar. Aradan geçen süre içinde koşullar çok değişmişti. Türkiye'nin "adaya kalıcı bir harekât" için eli kuvvetlenmişti.Sonrası biliniyor.Dün bu köşede üç seçenek yazmıştım.Bugün de dördüncüsü.Herhalde... İnönü'nün "sınırlı polis müdahalesi" uluslararası hukukun "sıcak takip" kuralı gereği uygulamaya konulabilir. Kesin çözüm değildir, ama bu tokadın acısı bir süre etkili olabilir. gunericivaoglu@milliyet.com.tr İNÖNÜ MODELİ