NİLGÜN Belgün ile Ali Poyrazoğlu “Siyam İkizleri...” Yıllardır en yakın iki dost...
Bir süredir de Romantik Komedi’yi oynuyorlar.
Ali Poyrazoğlu çok yönlü bir sanatçı.
Yazıyor, oynuyor, yönetiyor, sinemada da var.
Gazete yazarı...
Kitapları var.
Pek bilinmeyen bir özelliğini de yansıtayım.
Şirketlere “koç”luk da yapıyor.
Ve beraber çalıştığı arkadaşlarının kültürel çıtalarının yükselmesi için çabalıyor. Örneğin...
Tiyatrosunda oynayanlara “Okuduğunuz her kitap için 100 lira vereceğim. Okuyun, gelin anlatın, sorularımı doğru cevaplayın, alın parayı” çağrısında bulunmuş.
Her 10-15 günde bir sanatçılar okudukları kitap karşılığı sınav sürecinden geçip 100 liralarını alıyorlarmış.
Nilgün ise 1 haftada 3 kitap okuyup geliyormuş.
Okuduklarını bülbüller gibi anlatıyormuş.
Hepsi de tuğla gibi kitaplar.
Üstelik Ali’nin sorularını da başarıyla cevaplıyormuş.
“Öylesine güzel kitaplar ki geceleri hiç uyumadan bir nefeste okuyorum” diyormuş.
Sonunda gerçek ortaya çıkmış.
Kitapları birilerine okutuyor, sonra da onlara anlattırıyormuş.
Notlar alıyormuş.
Ali’ye şakır şakır döktürüyormuş.
100 liranın 25 lirası kitabı okuyana, 75 lirası Nilgün’ün cebine.
Nilgün’ün doğum günüGEÇENLERDE Nilgün, Ali’ye, “Perşembe doğum günüm, senin evinde kutlayacağız. Konukları çağır, yemekleri içkileri hazırla” demiş.
Ali de “Emrin olur” demiş.
Bütün hazırlıkları tamamlamış ve perşembe gecesi programını açıklamış:
“Siz eğlenin, ben sinemaya gidiyorum. Yemeğin de, içkilerin de, konukların da evimde seni bekliyor olacak.”
İşte böyle eğlenip gidiyorlar.
Ali Poyrazoğlu bir sürü işinin arasında en önemli mesleğinin “hayatı iyi yaşamak” olduğunu söylüyor.
Nilgün üstüne vazife olmayan her şeye burnunu sokarmış.
Son sabıkası şöyle...
İzmir’de turnedeler.
Akşam sahne alacaklar.
Nilgün kuaföre gidiyor.
Pedikür, manikür tamam...
Saçlarını da yaptırıyor.
Tam çıkacak, orada bir tüp görüyor.
“Sprey” sanarak başına sıkıyor ve olan oluyor.
Meğer tüpteki köpük sabunmuş.
Haydi saçlar baştan yapılıyor.
Nilgün oyuna nefes nefese yetişiyor.
Bütün bunlardan sonra Nilgün ne dese beğenirsiniz?
“Alicim, seninle evlenmeye karar verdim. Paranı da ben yöneteceğim!”
Nilgün’ün kızı Oylum Şahin harika bir ses...
O da tangolar söyledi.
“Ali Poyrazoğlu’nun babası olacağına çok sevindiğini” vurguladı.
Bizim ŞEFFAF ODA bu pazar evlendirme dairesi.
YABAN VE KRALİYETTELEVİZYONDA YABAN’ı izliyorsunuz... “Uleeyynn...”
“Yalaann söylüyorsunnn...”
İşte YABAN’ı oynayan Fırat Doğruloğlu’nun kurucusu olduğu tiyatronun adı “İstanbul Kraliyet Tiyatrosu...”
Sanki İngiltere’deki Kraliyet Akademisi’ne referans.
Aslında Fırat “YABAN” karakteriyle ilgisi olmayan zarif bir genç adam.
Kraliyet Tiyatrosu’nda bilinçaltından sızıntı olabilir.
Bilgi Üniversitesi’nde ekonomi yapmış.
İlginç bir özelliği daha sesi de güzel.
Bir Muğla türküsü olan “ormancı”yı nasıl da güzel söyledi.
Kopyayı veren ise YABAN’ın sevgilisi Pınar’ı oynayan Boncuk.
O da Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitirmiş.
Oyunculuğa geçişi ise trende ve ansızın olmuş.
Ünlü bir yönetmen onu trende görünce dikkatlice bakmış ve parmağını Boncuk’a çevirmiş, “Sen Nihal’sin” demiş.
Kızcağız, “Hayır, ben Boncuk” diyecek olmuş.
Yönetmen “Hayır, yeni filmimin Nihal’i sensin” diye noktayı koymuş.
Nihal galiba bu yönetmenin 13 yaşındayken âşık olduğu kızmış ve anlaşılan Boncuk’a çok benziyormuş...
ADNAN POLAT’IN SON DAKİKA GOLÜGALATASARAYLI 3 gazeteci... Ve karşımızda Adnan Polat... Sorular yağmur gibi...
Adnan Polat hepsini açık ve bilinçli cevaplıyor.
Sonra...
“Soğuk yenen yemek” diye tanımlanan “intikamı” servise koyuyor.
“Şimdi de ben sorayım.
3’ünüz de iyi Galatasaraylı olduğunuzu bildiğim arkadaşlarımsınız.
Galatasaray Müzesi’ni açtık, gördünüz mü?”
3’ümüzden de cevap “sessizlik...”
Adnan Polat golü atmak için son dakikayı beklemişti.
Programın sonuna gelindiği için biz de artık “karşı servis” yapamazdık.
Ama gene de insaflı olduğunu belirteyim.
Çünkü çıkışta 2 soru daha geldi.
“Galatasaray Bonus Kredi Kartını aldınız mı?”
........
“Ya Galatasaray cep telefonu konuşma hattı?”
Bizden gene “tıss...”
Bitmedi...
Dünkü Galatasaray Kongresi için Tophane’den Galatasaray’a çıkan yokuşta öyle bir trafiğe yakalandık ki vardığımda sandıklar kapanmıştı.
Kapıda Adnan Polat’la karşılaşmayayım mı?
Tam “suçüstü durumu.”
Neyse...
Karşı kaldırıma geçip Galatasaray Müzesi’ni gezdim.
Ali Sami Yen Sergisi’ni de...
Ali Sami Yen Galatasaray’ın 1 numarası.
Nasıl da şık.
Birebir heykeli ve üzerinde Ali Sami Yen beyin giysileri.
Fotoğrafları...
Galatasaray’ın DNA’sı müzede...
500 yıllık bir tarih.
Sanıyorum dünyada başka böyle bir tarihe sahip camia yok.
Fatih Sultan Mehmet’in hayallerinden biri devlete yönetici yetiştirecek bir okul kurmaktı.
II. Beyazıt’a nasip olmuş.
Beyoğlu sırtlarında gezinirken bir kulübe görür.
Atını oraya sürer.
Bahçede güzel çiçekler vardır.
Kulübenin sahibi ihtiyar, Padişah’a bir sarı, bir kırmızı karanfil verir.
Padişah da ona bir dileğinin olup olmadığını sorar.
İhtiyar “Burada bir okul” der.
İşte Enderun böylece oluşur.
Galatasaray’ın tarihinde milattır.
Müzede bu tarih dönem dönem anlatılıyor.
Taçsız Kral ve o gol GİRİŞTE taçsız kral Metin Oktay’ın bir heykeli.
Duvarda ise “o gol”ün fotoğrafı.
10 Haziran 1959...
İnönü Stadyumu’nda Metin’in Fener’e attığı ağları yırtan gol.
Önce “out” sanılmıştı.
Öyle ya top kalenin içinde değil dışarıdaydı.
İtiraz üzerine hakem kaleye gitti, ağın yırtıldığını gördü.
Düdük çaldı, santrayı gösterdi.
Metin’in o anda şimdikiler gibi sevinç gösterileri yapmadığını, taklalar atmadığını, mahcup mahcup önüne bakarak santraya doğru yürüdüğünü belirteyim.
Onun büyüklüğü böyleydi.
Yıllar sonra artık futbolu bıraktığında bir söyleşimizi anımsıyorum.
Golü attıktan sonra bir süre yerde kalırdı.
Hiç kıpırdamazdı.
Ödümüzü kopartırdı.
Sakatlandı sanırdık.
O ise yerde Allah’a dua edermiş.