Ayasofya 3500 mumla aydınlatılmıştı. Yıldızlı bir gecede gökyüzünü andırıyordu.
Zaten Ayasofya "gök kubbenin yeryüzündeki aynası" diye anılır.
Binlerce mumun titreşen ışığı sanki üstümüze "nur" yağıyor duygusu veriyordu. Kubbedeki "Nur Suresi" bir rastlantı olamaz.
İmparator Justinyanus’a "Tanrı’nın melekler yoluyla ulaştırdığına" inanılan Ayasofya’da inançlarla, zamanla, dinlerle, kozmosun ilahi yolculuğu yaşanıyor.
Bu harikulade ortama tarih, dalga dalga müzikle de yansıyor.
Ayasofya Korosu’ndan önce Helenistik dönemden seçmeler sunuluyor.
Sonra, Roma’nın Hıristiyanlığı ilk kabul ettiği yılların Kyrie Eleison’u (merhamet efendim)...
Onları Bizans ve Tasavvuf müziği izliyor.
Yunus Emre’den seçmeler... Süryani Ortodoks Arapça İlahileri...
Yahudi Sefarad müziği A la una yo...
Soprano Esra Özbir.
Ve Siyah Amerika İlahileri...
Dede Efendi’den Gülnihal ile trans yaşanıyor...
Bu güzellik Yasemin Pirinççioğlu’nun çalışması.
Aziz Mahmud Hüdayi Topluluğu ile İstanbul Oda Korosu bir araya getirilmiş.
Yönetenler Yaşua Aroyo ve Mehmet Kemiksiz.
Kültür Bakanlığı’nın Ayasofya’nın ikinci katını da ziyarete açışı nedeniyle düzenlenen fotoğraf sergisi ve konseri bağlamında Ayasofya’daydık.
İkinci kata helezon çizerek döne döne yükseliyoruz.
1500 yıl önce döşenmiş, artık aşınarak yuvarlanmış iri iri taşlar...
Tarihin izleri bunlar.
Fakat merdiven değil. Tatlı eğimli bir helezon rampa... İmparator Justiyanus bu yolu, karısı güzel Theodora tahtında taşınarak ikinci kata çıkabilsin diye böyle yaptırmış...
Yapıların ancak günün belirli saatlerinde hatta belirli mevsimlerde güzellikleri tam algılanır. Ayasofya da öyle...
Mimar ve fotoğraf ustası Ahmet Ertuğ diğer "mücevher kitapları" gibi Ayasofya’yı da kitaplaştırmıştı. Ayasofya’nın görüntülerini, sanatçı gözleri ve içsesiyle en iyi zamanlamada objektifinden sunmuştu.
Yüksek teknoloji kullanılan o fotoğraflar Ayasofya’da sergileniyor.
Suluboya resim kâğıdına basılmışlar.
Sanki "objektif yerine fırça kullanmış." İkona izlenimi veriyor. Ayasofya’nın saklı değerlerinin tadını yansıtıyor.
Dev sütunların arasında tablolar adeta boşlukta yüzüyor.
Şeffaf kolonların üzerine antik varakalı çerçeveler içinde sunulmuşlar.
O şeffaf kolonlar nedeniyle fotoğraflarla gerçek görüntüler birbirlerinin aynasal yansımaları gibi.
Aynı mekânda Roma - Bizans sanatından freskler, ikonalar... Ve sütunlara asılmış yuvarlak dev levhalarda Allah, Muhammed, Ebubekir, Ali, Ömer, Osman, Hasan, Hüseyin yazıları birer hat şaheseri.
Hıristiyan ve Müslüman simgeleri iç içe...
Birkaç bin yıl öncesinde... Bu dinlerden önce de Tanrı vardı.
Ertuğ fotoğraflarıyla gözlerini bizlere ödünç verirken, felsefenin derinliklerine de çekiyor.
İstanbul gecelerinde Topkapı Sarayı, Sultanahmet, Aya İrini, Ayasofya, Camiler, Sultanahmet’teki otellerin teraslarından görüntüler gözü ve ruhu okşar.
Geride kalan hafta bir diğer sanat etkinliği de Aya İrini’deki Mozart Günleri’ydi.
Bu harika çocuğun mezarı bile bilinmiyormuş.
Ne gam! O hâlâ yaşıyor. Yehudi Menuhin’in Mozart’ın çocuk dehasından esinlenerek dünyadaki çocuklardan derlediği ilk müzik grubunu yıllar önce Davos’ta karlar altında bir dağ kilisesinde dinlemiştim. Menuhin onlara şeflik değil arkadaşlık yapıyordu.
Bu gelenek geçen hafta Mozart Günleri’ni düzenleyen Hakan Erdoğan tarafından Aya İrini’de de sürdürüldü.
Geçmişi, bugünü ve geleceği ile Kozmos’un ritmini hissetmek güzel şey.