BU açılım sürecinde başından itibaren çok yanlışlar yapıldı.
Ama...
Bir de “doğru” olana işaret edeyim...
İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a çözüm çalışmalarında koordinatör görevinin verilmesi akılcı tercihtir.
Atalay için dinlediklerimi şöyle özetleyeyim:
Kırıkkale Üniversitesi’nin Kurucu Rektörü.
Akademisyen kimliğinin yanı sıra, uzun süre kendi kurduğu ANAR’ı (Ankara Sosyal Araştırmalar Merkezi) yönetti.
Yani...
Çözüm girişiminin masa başı bilimsel ve soyut teorik sınırlarda kalacağı sanılmamalı.
Toplumun ve toplumu oluşturan kesimlerin nabızlarını da tutarak gerçekçi yaklaşabilir.
TEK KELİMENİN ÖNEMİ
BAZI sözcüklerin şu süreçte çok özenle kullanılması gerekir.
Örneğin...
“Halklar” kelimesi...
“Türk ve Kürt halklar” ifadesinin şu ya da bu şekilde kabullenilmesi, yerleşmesi ya da yazılı hukuk metinlerine girmesi “plebisit” kapısını açabilecek anahtardır.
Yani... Bir topluma, daha açık ifadeyle kendilerini Kürt etnisitesi olarak görenlere kendilerinin yoğunlukta oldukları coğrafya için “karar oylaması” istemek hakkını verebilir.
O bakımdan “Türkler, Kürtler, Boşnaklar, Lazlar, Çerkezler” bu toprakların mozaiğidir.
Zenginliğidir. “Kardeşçe bir arada yaşamalıyız” söylemi şık ama varacağı yer olarak tehlikelidir.
“Türk” bu coğrafyanın üst ve asli kimliğidir.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olanlara “Türk” denir.
Ama bu aynı coğrafyadaki insanlarımızın kendi etnisitelerini inkâr anlamına gelmez.
ÖRTÜLÜ FEDERASYON
FEDERASYON söylemi de gündemde. Tartışılıyor.
Oysa...
Anayasa’nın 3. maddesi “Türkiye Devleti.... milletiyle bölünmez bir bütündür” der.
Buna göre milleti oluşturan yurttaşlar aralarında din, dil, etnik grup vb. ayrımı yapılmaksızın aynı egemenliğe tabidir.
Etnik gruplar, dilsel topluluklar ya da dini cemaatler temelinde egemenlik yetkilerinin kullanılmasında farklılıklar yaratılamaz.
Bu bağlamda “tek devlet, tek bayrak” ilkelerinde mutabakat yeterli değildir.
Bunun ötesinde, coğrafi ayrıma dayalı federalizm olmasa bile “korporatif federalizm” de sakıncalıdır.
Yani...
Etnik gruplar, cemaatler veya toplumlar temelindeki örtülü federalizm olan “korporatif federalizm” dikkatlerden kaçmamalı.
Üniter devleti “ulus devlet” olarak algılamak ve bu çerçevenin içini demokratik açılımın olabilecek en ileri ve gerçekçi düzenlemeleriyle doldurmak gerekir.
Çerçevenin dışına taşmalar, içinde yer alabilecek çağdaş düzenlemeleri bile darboğazlara sokabilir.
Yazık olur.
LAPSUS
FREUD, “lapsus”u “Konuşur ya da yazarken düşünülen gibi değil, bilinçaltının düşündüğü gibi söylenmesi veya yazılmasından kaynaklanan durum” diye tanımlar.
Konuklara “hoşgeldin” yerine “hoşbulduk” demek gibi bir şey.
Zaman zaman “lapsus”e maruz kalıyorum.
Bir keresinde Nobel yerine Oscar yazmıştım. Bir diğerinde DSP yerine CHP çıkmış yazımda...
Kimileri bu fırsatın üzerine balıklama atladı...
Oysa... Bunlar bilinmeyecek şeyler değil. Dalgınlık ya da lapsus...
Sonuncusu da moda tasarımcısı Arzu Kaprol yerine Bahar Korçan...
Düzeltiyorum, inşallah bu lapsus tasallutundan illallah...