Konuşma, ABD’de de geçer:
"Baba Irak’ta biz kazanacağız değil mi?
- Elbette oğlum.
- Neden?
- Çünkü aksi halde seçmenler kızarlar ve Bush’un yeniden başkan seçilmesi için oy vermezler.
- Fakat çok kişi ölecek değil mi baba?
- Sevgili oğlum merak etme. Tanıdığın hiç kimse ölmeyecek. Sadece yabancılar...
- Peki savaşı televizyonda izleyeceğim değil mi?
- Başkan Bush’un izin verdiği kadarıyla evet.
- E sonra... Her şey normale dönecek mi? Artık böyle korkunç şeyler yapılmayacak değil mi?
- Şşşşş, oğlum. Uyu."
John Le Carre.
..........
İşte savaşın algılanışı.
Ölecek olanlar "ötekiler"...
Hiçbirini tanımamak.
Onları yabancılar olarak görmek.
Kadın, çocuk, erkek masumlar, eğer "ötekileröden ise ölebilirler.
Irak’a silahlı müdahaleye karşı küresel tepki gösterileri, işte bu nedenledir.
Ancak...
Saddam’ın gözünde de kendi ülkesinin kadınları, çocukları, tüm masumları, - bir bakıma - "ötekiler" konumunda.
Kimyasal silahlarla yani zehirli gazlarla Saddam’ın yaptığı kıyım, hâlâ belleklerimizde ve arşivlerde değil mi?
Halepçe’de Saddam’ın zehirli gazlarıyla öldürülen Iraklıların, sokak köpeklerine kıyım manzalarını andıran barbarlık görüntüleri, Ramazan Öztürk’e ABD Gazeteciler Birliği manşet haber fotoğrafı dalında birincilik ödülünü kazandırmıştı.
Saddam, kimyasal ve biyolojik silahlarını gene kullanabilir.
Bin Ladin gibi çılgınların terör örgütlerine sunabilir.
Elbette, "kötü, emsal olmaz".
Saddam bunu yaptı, yapıyor ve yapabilir diye masum Iraklıların, sadece "ötekiler" oldukları için öldürülmeleri, sakat bırakılmaları onaylanamaz.
Evet...
Saddam melek değil...
Ama ya masum insanları?
Amerika’da ASAM’ın da katıldığı panelden şu söylem ilginçtir:
"Irak’a Amerika’nın olası müdahalesine karşı AB ülkelerinden tepkiler, Le Monde’da yayımlanacak bir karşı makale kadar - ancak - etkili olabilir."
ABD’nin gözünde, Irak operasyonu için, Avrupa’nın karşı ağırlığı işte sadece bu kadar.
Ya diğerleri?
Rusya, Dünya Ticaret Örgütü’ne girmek ve borçlarının bir kısmını erteletmek, bir bölümünü silmek uğruna, ABD’yle Irak konusunda anlaşacak gibi görünüyor.
Zaten iki ülke arasında içeriği tam açıklanmayan bir anlaşma kuşku veriyor.
Çin, ABD ile dış ticaret ilişkilerinde 85 milyar dolar fazlaya sahip. ABD süpermarketlerinde mallarının raflardan inmesi olasılığı - şimdilik - büyük kâbusu.
İran ise, Irak’tan sonra sıranın kendisine gelebileceği kaygısında. Afganistan’a müdahalede olduğu gibi, Irak’a olası bir müdahalede de sesini sadece göstermelik ve cılız çıkartabilir.
Suriye, bu büyük hesaplaşmada kaza tokadı yememek için, sütre gerisine sindi.
Kısacası... ABD dünyanın tek süper gücü.
Onu frenleyebilecek olan ülkeler değil, - belki - küresel kamuoyu...
Dünyanın her yerindeki gösteriler işte bu amaca dönük.
Buna karşılık ABD de, Irak’a psikolojik savaş sürdürüyor.
Ankara’ya gelen ABD Genelkurmay Başkanı’nın "Savaş kararı henüz yok. Savaş yok, sadece yığınak var" söylemi önemlidir.
ABD, Irak’ın etrafına öyle bir güç yığınağı yapıyor ki, Saddam psikolojik olarak çöksün.
Ya bir başka ülkeye gitsin... Ya da Bağdat’ta iç darbeyle düşürülsün.
Türkiye’den istenilenler daha çok bu doğrultuda.
Örneğin... "Üslerinize, limanlarınıza, geçit koridorunuza yerleşelim ama BM’den müdahaleye onay kararı çıkmadıkça, bu kuvvetlerimizi kullanma yetkimiz olmasın" önerisi gibi.
Görülüyor ki Irak’ı vurarak ya da psikolojik savaşla Saddam’ın defteri dürülecek.
Ya sonra?
Türkiye için bu sorunun cevabı, ABD’nin Irak’a silahlı müdahalesi veya etrafına yığınağı kadar, hatta daha fazla önemli.
Bu konuyu başka bir yazıda işleyeceğim.