Son günlerdeki Erdoğan üslubu için bir anı... Merhum Turgut Özal, koşu bandında yürürken fenalaşmış ve düşmüştü.
Kalbi durmak üzereydi.
Hastaneye geldiğinde artık umut kalmamıştı.
İşte o çok kritik süreçte göğsüne şok vererek kalbi yeniden çalıştırmaya uğraşan iki genç doktor vardı.
Ölüm gerçekleşmişti ama onlar hâlâ Özal’ı hayata döndürme çabasındaydılar.
O iki doktordan biri, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın oğlu Ataç Baykal’dı.
Zaman zaman siyasetin doruklarında kavgalar patladığında, çıtayı hayli aşağılara düşüren hakaretler ve suçlamalar yapıldığında hatırlanması gereken bir anıdır bu...
Hele şu son günlerin Erdoğan-Baykal tartışması ve bir şekilde bunun içine Aydın Doğan’ı da çekme oyunları, biraz da yaşamın bu insani boyutunda görülmeli.
Çok önceleri Özal ile Baykal arasında kıran kırana, hatta insaf ötesi suçlamalarla son derece sert siyaset kavgaları yaşanmıştı.
Ama... Bakınız gün gelmiş Baykal’ın oğlu, Özal’ı yaşatmak için bütün gücüyle çalışmıştı.
Erdoğan’a sağlıklı ve uzun bir yaşam diliyorum ve soruyorum: “İnsanlar illa böyle durumlarda ya da birbirlerinin cenazelerine gittiklerinde mi hoşgörüyü hatırlayacaklar ve keşke o hakaretler ağzımdan çıkmasaydı diye o zaman mı düşünecekler?”
Düzeyli bir üslupla ve devlet adamı ağırlığıyla siyaset yapmak, neden hep iş işten geçtikten sonra akla gelir?..
SİYASETÇİ VE GAZETECİ
Duman, rutubet ve koku engellenemez.
Kesinlikle sızar.
Almanya’da “Deniz Feneri”nden kokular da önlenemedi, burnumuza buram buram geldi.
Almanya’da savcılık, Almanya Deniz Feneri Derneği hesaplarına el koyuyor.
Din kardeşliği adına 50 milyon euro dolaylarında yardım toplandığını saptıyor.
Deniz Feneri sorumlularını ve yetkililerini sorguluyor.
İfadelere göre, bu paraların bir kısmı ile şirketler kurulmuş, paralar oralara uçmuş. Bir kısmı kuryelerle bavullar içinde Türkiye’ye gönderilerek iktidara yakın medya kuruluşlarına verilmiş. Tsunami felaketzedelerine gönderilmek için Başbakanlık‘a da iletilmek üzere de bir teslimat olduğu(*), gözaltına alınanların serbest bırakılması için Ankara’dan siyasi baskı yapıldığı yolunda satırlar var.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, bu iddiaları NTV’de dile getiriyor.
Dün de aynı iddiayı “yeminli tercümanların Türkçeleştirdiği sanık ifadeleri olarak” bir kez daha tekrarladı.
Doğan Grubu’nun yayın organları işte bunları yayımlamıştı.
Gazetecilik açısından “haber oluşturmadığını” kimse iddia edemez.
Gazeteciliğin işlevi bunları yayımlamaktır.
AKP’den ve Başbakanlık’tan itiraz var idiyse, Almanya’dan gelen haberlere karşı her zaman böyle durumlarda olduğu gibi Başbakanlık Sözcüsü Akif Beki ya da Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek açıklama yapabilirdi.
Bunlar da yayımlanırdı.
Ama... Almanya’daki adalet süreci ve ifadeler için sessiz kalmak, konuyla hiç ilgisi olmayan Aydın Doğan’ı -Hilton arazisinde rezidans ve CNN Türk’e karasal yayın istemek- gibi sapla samanın karıştığı gerekçelerle hedef almak neden?
Aydın Doğan, ne Alman savcısıdır, ne bu ifadeleri veren Deniz Feneri yetkilisi, ne CHP Genel Başkanı, ne de siyasi rakip...
Yoksa hesap başka mı?
Örneğin... Art arda patlayan yolsuzluk skandalları sonrası, kamuoyuna hedef saptırtmak ve sanki olayı iktidar-medya grubu çatışmasıymış gibi göstermek mi?
AB standartlarında demokrasi ve basın özgürlüğü bu mu?
Hele... Gerçi Aydın Doğan, “Ne biliyorsan hemen açıkla” diye anında tavrını koydu ama “1 hafta boyunca yayınlarını göreyim, memnun kalmazsam açıklarım ha” gibi dehşetengiz tehdit de nesi?.. Türkiye’de “Babıali’nin üzerinden geçeceğiz” diye konuşan seçilmiş krallar da görülmüştür.
Ancak o hesaplar hiç tutmadı.
Demokrasinin senaryosu olan yazılı kuralların ötesinde, aktörlerin kalibresini belirleyen yazılı olmayan kuralları da vardır ve önemlidir.
..........................
(*) Alınan makbuzda miktar yok, kanıt oluşturabilecek başka unsurlar da yok. G.C.