AKP’nin Alevi yurttaşlarımız için açıkladığı yaklaşımı eksik fakat olumlu buluyorum.
Bu bağlamda Yavuz Sultan Selim’e kadar “Osmanlı Padişahları Aleviydiler” eksenli yazım için medyada çoğu tepki yansıtan yazılar yayımlandı. Üslup özürlüleri geçiyorum.
Ancak Milli Gazete’de Aydın Başar imzasıyla bir tam sayfa kaplayan yazı düzeyli bir eleştiriydi.(24.11.2008)
Birkaç “iddia” ve “bana ait bazı alıntıları kendi saptaması gibi yansıtması” ise çok da önemli değil.
O nedenle -iddialarına cevap olarak- bu konuda eski Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek’in Radikal’deki 15.01.2008 tarihli yazısından bazı satırları yayımlıyorum...
........................
Yeniçerilerin resmi tarikatı Bektaşilik idi. Yeniçerilerin 94. alayında mürşit olarak bir Bektaşi Babası otururdu. O ölünce yeni “Baba” Hacıbektaş’tan gönderilirdi.
Büyük resmi törenlerle karşılanır ve makamına oturtulurdu.
Hatırlayın ki Osmanlı’nın ordusunun temeli Yeniçerilerdi. Devletin temeli ve padişahın muhafız gücü olan Yeniçerilerin Bektaşi olması, bize neyi söyler?
Diyorum ki Osmanlı devletinin resmi din yolu Alevi-Bektaşilik idi... Ne zamana kadar mı? Selim Padişah’ın Şah İsmail’e ve Safeviliğe karşı bir Sünni set inşası ihtiyacını duymasına kadar... Mısır’dan getirilen Eşari-Sünni din bilginleri Osmanlı memleketine dağıtıldı ve halka Eşari-Sünnilik öğretildi. Sayıları 1000’den çok olduğu söylenen bu bilginlere verilen destek ile Osmanlı’nın resmi mezhebi Sünnilik haline geldi. İş asıl Kanuni döneminde tamamlandı. Sanıldığı gibi Selim Padişah’ın adı, Yavuz Selim değildi. Safevi-Alevi Türkmenlere karşı yürütülen kıyıcı hareketlerden ötürü halk ona “Yavuz” yani kıyıcı, yani zalim dedi...
Yavuz Selim’le Alevi-Bektaşilik yine de resmi koruma altında ama ikincil derecede varlığını daha üç asır sürdürmüştür. Safevi-Alevilik ‘Kızılbaşlık’ denilerek ezilmiş, Bektaşi-Alevilik korunmuştur.
Bektaşi-Aleviliğin ezilmesi ise 1826 Yeniçeriliğin yok edilmesiyle aynı anda gerçekleşmiş; Bektaşi dergâhları kapatılmıştır. Ta ki Sultan Aziz’in tekrar serbest bırakmasına kadar.
Bugünlerde gündeme yeniden giren Alevi-Bektaşilik ile Osmanlı ilişkilerinin özeti budur.
TAC MAHAL’DEN ÖTE SHALIMAR
Başbakan Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan Tac Mahal’de fotoğraf çektirdiler.
Tac Mahal mimari olarak dünyanın 7 harikasından biri olmanın ötesinde “efsane aşkın anıtı” olarak algılanır.
Hint-Türk Babür İmparatorluğu’nun 5. hükümdarı Şah Cihan - Şah-ı Cihan (Dünyanın Şahı), doğum sırasında ölen eşi Mümtaz Banu Begüm için -çocuk doğururken ölen kadınlar kutsaldır görüşüyle- Tac Mahal’i yaptırmıştı.
Şah Cihan, eşinin ölümünden sonra 2 yıl yas tuttu.
Teselliyi sanat ve mimaride buldu. Eşinin ölümünden 6 ay sonra Tac Mahal’in temeli atıldı.
Yapının mimarları İstanbul’dan davet edilen, Mimar Sinan’ın öğrencilerinden Mehmet İsa Efendi ve Mehmet İsmail Efendi’dir.
Anıtın dört yanına hattat Serdar Efendi tarafından Yasin Suresi’nin tamamı yazılmıştır.
Mümtaz Banu Begüm ve Şah Cihan’ın sandukaları kubbenin altında, asıl lahitleri ise en alt katta bulunmaktadır.
Akustik özelliği nedeniyle, kubbesinde her ses 7 kez yankılanmaktadır.
Tac Mahal’in yüz binlerce akik, sedef ve firuze gömülü olan duvarlarında, ayrıca 42 zümrüt, 142 yakut, 625 pırlanta ve 50 adet iri inci vardır.
Mümtaz Banu Begüm’e dünya cenneti
Bu efsane aşkın ifadesi olarak asıl sevdiğim yapıt, Lahor’daki Shalimar Gardens’tır (Şalimar Bahçeleri).
Şah Cihan, dünyanın en güzel kokulu çiçek ve bitkilerini ve Tanrı’nın estetik harikası olan hayvanları bu yeryüzü cenneti bahçede toplamıştı.
Fransa’nın ünlü Guerlain parfüm üreticisi en güzel kokan çiçeklerin harmanlandığı bir parfüm üretmeye karar verdi. Adını “Shalimar” koydu.
Bu parfüm, sevgiliye bir demet çiçek gibi sunulur.