Güneri CİVAOGLU
Sekiz yıllık temel eğitim etrafında koparılan fırtına, yaprakları sökmekte...
Örneğin...
Korkut Özal, Anavatan'dan bu nedenle koptu.
O'nu
Cemil Çiçek, Ali Coşkun gibi diğerleri de izleyebilir.
Yerlerinde kalan ise, bilimin ve tarihin gerçekleridir.
Hadiseyi, şu ya da bu tarafın siyasetçi tavırlarıyla değil, tarihin laboratuvarında inceleyelim.
Çok daha sağlıklı sonuçlara ulaşabiliriz.
Birbirimizin gözünü oymak yerine, belki sağlıklı çizgiler oluşturabiliriz.
Napolyon dönemine kadar,
Fransa, altmışbeş Diocese'e yani dini ile (vilayete) ayrılmıştı.
Bunlar, Papa tarafından atanan kardinal ya da evek adlı yüksek din adamları tarafından yönetilirdi.
Her
Diocese'de, kilisenin gayrımenkul zenginlikleri vardı.
Okullar, hastaneler, akarlar, ihtiyar evleri, hanlar hep bu kiliselerin malıydı.
Eğitim de onlara aitti.
Roma'daki Papa, kardinalleri bizzat atardı.
Napolyon zamanında, Papalık'la bir anlaşma imzalandı.
Acte de Separation de l'etat et de l'eglise, yani, devletle, kilisenin ayırımı anlaşması imzalandı.
Napolyon, Diocese diye anılan dini vilayetlerin her birine, kardinallerin yanısıra devlet işlerini yönetmesi için
gouverneurler (valiler) atadı.
Böylece, artık devlet yönetimi ile kilise yönetimi ayrılmıştı.
Laisizmin temeli budur.
Valiler de, devletin laik okullarını açtılar.
Tabii... Kilise okulları da devam etti.
Ama...
Artık, laik devlet okullarının programlarını aynen uygulayacaklardı. Bu okulların küçük kiliseleri vardı. Öğretmenleri genellikle papazlardı.
Kilisenin devleti yönetme iddiası, tamamen dışlandığı için bu kilise okullarında da siyasi alana girebilecek boyutta hristiyanlık öğretisi kesinlikle yapılmıyordu.
Buna karşın, laik okullarda da, isteyen öğrencilere dini eğitim verilmekteydi.
Ama...
Sadece Pazar tatillerinde, ders saatleri dışında ve yaz tatillerinde. Bu dersleri veren din öğretmenleri, okulun öğretmen kurullarına katılamıyorlardı.
Kilisenin zayıflaması ve protestanlığın
Almanya'da patlama yılları olan
16. yüzyılda,
"Paramı neden papazlara vereyim? Bir vakıf kurarım, dini inançlarım doğrultusunda yardımımı o vakfa yapar, o vakıf kanalıyla okullar kurarım" düşüncesi ağır bastı.
Almanya'yı
İngiltere, ve daha sonraki yıllarda
Amerika izledi.
Fransa da - dolaylı olarak - bu yola girdi.
Bugün, iyi okullar, hastaneler genellikle mezhep vakıflarının elindedir.
Fakat...
Oralarda, dinin siyaseti yapılmaz.
Dinin hayır işleri gerçekleştirilir.
Örneğin...
Katolik üniversitelerinde... yahut
New York'un
Colombia Üniversitesi kapsamındaki
presbiteryan mezhebi hastanelerinde pek çok yahudi asıllı doktor görev yapmaktadır.
Colombia Üniversitesi öğretim üyeleri arasında da müslümanlar, budistler, yahudiler pek çoktur.
Önemli olan, öğretmek ve değerli gençler yetiştirmektir. Sağlık hizmeti vermektir.
Fransa'da da kilise okulları, genellikle, zaman içinde - ve dolaylı - vakıf mütevelli heyetlerinin yönetimine girmiştir.
Artık, bu okullarda, papaz sayısı giderek azalıyor.
Türkiye'den bir örnek vereyim...
Saint Joseph Lisesi'nin, bizim ilk gençlik yıllarımızda, bütün öğretmenleri papazken, şimdi sadece üç papaz kalmış. Onlar da ders vermiyorlarmış.
Bu sürecin ne denli zor olduğunu
Emile Zola'nın
GERÇEK adlı romanı anlatıyor.
Özellikle belirteyim ki... Bütün bu ülkelerde, kesintisiz temel eğitim, 8 yıldır.
8 yıl içinde, çocuklara meslek eğitimi verilmez.
Türkiye'ye gelince...
Cumhuriyet kurulduktan sonra, din eğitimi veren
29 okul ve
1 ilahiyat fakültesi açılmıştı.
Gerekçe:
"İmamet ve hitabet hizmetlerinin ifası için din adamı yetiştirmekti"
Ancak...
Atatürk, 1928'de
"Devletin dininin İslam olduğu" hükmünü
Anayasa'dan kaldırırken,
harf inkılabını da yaptı.
"Eski harflerle matbu kitaplardan, tedrisat ifası memnudur" hükmüyle, fiili olarak
arapça Kuran eğitimini de kaldırmış oldu.
Daha sonra ortaokullardan, ilkokullardan, öğretmen okullarından da din dersleri kaldırıldı.
1934 Üniversite Kanunu ile birlikte, ilahiyat fakültesi kadroları lağvedildi.
Böylece...
İlahiyat fakültesi, hukuken ve ismen vardı.
Ama öğretim üyesi olmadığı için, fiilen hizmet vermiyordu. Kapalı sayılırdı.
Bu durum,
1948'e kadar
20 yıl sürdü.
Sanıyorum...
Amaç
"Bu işi bir nesilde hallederiz" idi.
Halledilmedi.
Kimine göre,
Atatürk'ün ender yanılgı örneklerinden biriydi.
Kimine göre,
Atatürk'ün sağlam çizgisi,
O'nun ölümünden sonra, hatta hastalık yıllarından başlayarak sulandırılmıştı.
Yarınki yazımda, takvimin daha sonraki yapraklarında yer alan gerçekleri yansıtacağım.
Yazara EmailG.Civaoglu@milliyet.com.tr