Iraklı askerlerin el ele oluşturduğu zincirin arkasında, binlerce Türkmen... Ağlıyorlar. Gözlerden yanaklara sanki dereler akıyor.
Biz önlerinden geçerken, kucaklaşmak, hiç değilse dokunabilmek için ellerini uzatıyorlar. Irak askerleri engelliyor. Evlerin damlarını da doldurmuşlar. Çiçekler atıyorlar. Yerel aksanla bağırıyorlar:
"Me - he - bet.
Me - he - bet..."
Yani... "Mu - hab - bet."
Kültürevine girdiğimizde, Iraklı askerlerin kordonunu birkaç noktadan kırdılar. Bizleri kucaklamaya başladılar. Biri bırakıyor, diğeri sarılıyor. Sevgi denizinde yüzüyoruz.
Bizim de gözlerimizden yaşlar süzülmekte.
Sanki yıllar boyu ayrılıktan sonra birbirine kavuşma sevinci bu.
Irak’a ilk gidişimden hafızamda kalan ve hatırladıkça duygulandığım bir anı bu.
Merhum Fahri Korutürk Cumhurbaşkanı’ydı.
Bu gezideki gazeteciler arasındaydım.
Sonradan işittiğimize göre, Türkmen liderleri tehdit de etmişler.
"Sakın fazla tezahürat yapmayın, şikâyette bulunmayın, yoksa çok fena yaparız" demişler.
Yukarıda anlattıklarım 1970’li yılların sonlarından bir kesitti.
Irak yönetimi Musul - Kerkük yöresindeki Türkmenler üzerinde büyük baskı uyguluyor, onları göçe zorluyordu.
Amaç, petrol bölgesinde yoğun Türkmen nüfusunu dağıtmaktı.
Olası bir plebisitte Arap nüfusu Türkmen ve Kürt sayısından fazla olmalıydı.
Türkmenler yüzyıllardır kendilerine ait olan coğrafyadan sökülüp koparılmak, savrulmak planıyla kıyılmaktaydı.
O nedenle, bizleri kurtarıcı gibi görmüşlerdi.
Peki Türkiye bir şey yapabildi mi?
Ne yazık ki hayır.
Onların arkasında yeterince duramadık.
Türkmenlere "iyi birer Irak yurttaşı olun" öğüdünü vermekle yetindik.
Yani... Sanki "sizi tehcir eden, köklerinizden koparanlara layık birer yurttaş olun" demek gibi bir abuk durumdu.
Aradan geçen yıllarda, Türkmen nüfusun seyreldiğini, hakları için mücadele direncini eskisi kadar gösteremeyecek çözülme sürecine girdiklerini gözledim.
Türkiye’den umutlarını kesmiş gibiydiler. Kaderlerine razı, Bağdat’la iyi ilişki uğruna çok şeye katlanır haldeydiler.
Üstelik bazı liderler de birbirlerine düşmüşlerdi.
İşte, şimdi Türkiye o küllerin içinden kıvılcımlar üretmek, Kuzey Irak’ta yeniden Türkmen ateşi yakmak istiyor.
Zor ama gerekli.
Çünkü Ankara’da çizilen stratejinin temel taşlarını Türkmen varlığı oluşturuyor.
Türkiye, ABD’nin Irak’a operasyonu sürecinde, akılcı bir yol haritasında gerçekçi takvim uyguluyor.
Barış için bütün çabaları gösterdi... Ama sonunda, daha baştan görünen stratejik ortak ABD ile dayanışmak tercihini ortaya koydu.
Uygulama için aşamalar da zamanlama kurmaylığının izlerini taşıyor.
Ayrıca, Kuzey Irak’a çok sayıda askerle girip bölgeyi denetime almak da doğru olanıdır. Kuzey Irak’ta Kürt devleti oluşumunu ve petrollere el koymaya kadar uzanabilecek oldubittileri önlemek amacını güdüyor. Irak muhalefetinin Londra’da Federasyon kararı almış olması, bu olasılığın ciddi boyutudur.
TSK’nın bölgede varlığı savaşmak ve toprak kazanımı için değil, Irak’ın toprak bütünlüğünü, üniter devlet yapısını korumaya katkı için...
Ancak ufukta kaygı var.
Çünkü ABD’den bu konuda sağlam bir söz, yazılı güvence alınmış olduğu kuşkulu.
Varsa, açıklanmalı.
Yoksa, "mutlaka" alınmalı.
Türkiye kendi topraklarından 50 bin ABD askerine geçiş koridoru açıyor. Limanlarını, üslerini veriyor. Yüzlerce ABD uçağı Türkiye’de konuşlanacak ve Irak’ı vuracak... Bütün bunlar neden?
Birkaç ay sonra, Irak’ta ikili federasyonla Arap ve Kürt devletlerinin kurulmasına kolaylık sağlamak için mi?
Olmaz böyle şey.
Türkiye’nin istediği, toprak bütünlüğü güvencede olan, Kürt ve Türkmen özerk bölgeleri de bulunan üniter Irak’tır.
Irak şarapnel mermisi gibi patlarsa, parça tesirleri Türkiye’yi ağır yaralar.