En büyük golcü D. Stefano'nun evinin kapısı önünde bir bronz futbol topu vardır. Altındaki plakada "teşekkürler" yazılıdır. Dünkü Milliyet'in birinci sayfasında futbolun derebeylerinden bir fotoğraf:
Kral Metin Oktay'ın fotoğrafı önünde 4 golcü... Tanju, Hakan, Hami, Aykut... 200'ler Kulübü onlar.
Bu 5 ismin hepsi de 200'ün üzerinde gol atmış.
Hangisi, Taçsız Kral diye anılan Metin Oktay'a benziyor? Aramızdaki yaş farkına karşın, gol gurusu Metin iyi arkadaşımdı.
Metin Oktay'a, en benzeyen topçu - bildiğim kadarıyla - Beşiktaşlı Sergen Yalçın.
Bazıları için "topçu yaratıklar" deyimi de yanlış olmaz.
Onlar, profesyonel futbolun kurallarının çoğunu takmazlar ama birer yıldızdırlar.
Futbol melekleri, onlar daha doğarken ayaklarına ve alınlarına birer öpücük kondurmuştur sanki. Metin, onlardan biriydi.
Leblebi gibi goller
Galatasaray'ın Teknik Direktörü Gündüz Kılıç'a söylediklerini anlatırdı:
"Babacığım, n'olursun beni kamplarla, bunalıma sokma. Serbest bırak. Sana her maçta leblebi gibi goller sunayım..."
Baba Gündüz, onu istediği kadar kafasına buyruk bırakmadı ama, özgürlük sınırlarını da zorlamadı. Buna karşılık Metin, leblebi gibi golleri art arda sıralayarak, gol krallığına abone oldu. Sadece gol atmıyor, harikulade assistler yapıyordu. "Sezgilerimle, duygularımla oynadım. Düşünmezdim, yukarıdaki galiba benim yerime düşünüyordu..."derdi.
Sergen'de de bu doğallığı gözlüyorum. Bazen ışık hızıyla karar veriyor. Bazen, internete bağlanmak için işlem yaparcasına sakin...
Sergen de tıpkı Metin gibi özgürlük tutkunu.
Lucescu'nun, onu başına buyruk bırakmayacak kadar yakın ama özgürlüğünü kısıtlamayacak kadar da mesafeli ilgisi, Baba Gündüz'ü anımsatıyor.
Bir günde yitirilen servet
Metin, döneminin rakamlarına göre, aldığı çok yüklü transfer ücretlerini, daha ilk gecelerde kumar masasında yitirmişti.
Biliyordu ki, daha fazlası gene kramponlarının altına serilecektir.
Sergen'in de Metin'i andıran kumar alışkanlıkları var. O da para tutmuyor.
Ancak kramponlarının ve kişiliğinin hakkı kendiliğinden geliyor.
Saygınlık
Metin, bileği güçlü bir genç adamdı. Kavga etmezdi ama zorunlu hallerde, iyi dövüşürdü. Zaten birkaç dakika yeterli olurdu. Kalça, omuz, üç dört balyoz yumrukla 5 kişiyi dağıtırdı.
Yeşil sahada kimse ona bulaşmazdı. Hem gücüne hem de futboluna saygı duyulduğu için ona faul yapılmazdı.
O da kimseye faul yapmazdı. Çamur sahada sanki asfaltta yürüyen bir beyefendi gibiydi.
Sergen de, öyle bir konumda.
Ona da bulaşmıyorlar.
Saygı duyuyorlar.
O da bilerek ve isteyerek faul yapmıyor.
Çıkıyor, futbolunu oynuyor ve kendi yaşamına dönüyor.
Renk tutkusu
Metin tam bir Galatasaraylıydı.
Sarı kırmızı renklere tutkundu.
Beşiktaş Dergisi'ndeki bir incelemede okudum, Sergen de siyah beyaz renklerin tutkunu.
Aralarındaki fark "Metin, Galatasaray'a geldikten sonra, bir daha hiç ayrılmadı. Jübilesine kadar kaldı. Sergen ise Beşiktaş'tan ayrılmak zorunda bırakılınca, 4 takım değiştirdi."
Ancak, annesinin anlattıklarına göre, Gayrettepe'deki evin odasına sadece siyah beyaz renkler girmiş.
Metin, İzmir'in varoşlarındaki Tepecik'ten gelmişti. Sergen de Kilyos'taki mütevazı yaşamdan Fulya'ya geçmiş.
İkisi de ailelerini hiç unutmamışlar, onları hep baş tacı etmişler.
Metin, yaşamından, futbola dair her şeyi aldı.
Sergen ise iyi bir filmin arasındaki tatsız antraktı yaşadı.
Ancak şimdilerde çok pırıltılı ikinci yarı sürecinde...
Siyaset tiyatrosundan sıkıldığım için stadyuma geçtim.
Futbol tiyatrosuna, böyle oyuncular az gelir.