29 Ekim satırlarına, önce hoş bir anıyla başlayalım.
Bir
29 Ekim gecesi
Atatürk'ün sofrası...
Hemen yanıbaşında güzel ve havalı bir
Fransız kadın gazeteci...
Atatürk, zaman zaman ona
"şerefinize" diyerek kadeh kaldırıyor.
Gazeteci de kadehini
Atatürk'ün gözlerine bakarak, bir nefeste son damlasına kadar içiyor.
Sonra gene... Ve bir kaç kez daha.
Nihayet masadakilerden bir diplomat, hanımın kulağına eğilerek
"fazla hızlı içmiyor musunuz? Sonra rahatsız olabilirsiniz" uyarısında bulununca, hanım gazeteciden
"Atatürk öyle istiyor" cevabını alıyor.
Diplomat soruyor:
"Nasıl?"Gazeteci açıklıyor:
"Bana 'Cherie finissez'
diyor, ben de bitiriyorum."
Diplomat, durumu anlıyor.
Bu kelimelerin okunuşu ise "şerefinize"ye çok benzeyen "şerifinise"dir.
Anlamı "sevgili, bitiriniz"dir.
Durumu Ata'ya da açıklıyorlar.
Atatürk, bir kahkaha atıyor.
Ne denli doğrudur, bilinmez.
Ama...
Eski büyükelçilerin sohbetlerinde birkaç ağızdan dinlemiştim.
Ateşe koşan pervaneler
H.C.Armstrong, "Bozkurt" adlı kitabında,
Atatürk'ün kadınlar arasındaki süksesini şu satırlarla anlatır.
"Onun uluslararası ünü, erkekliği, hoş görünümü, delici bakışları, uzaktan yakından bütün kadınları kendine çekerdi.Ateşe koşan pervaneler gibi ona koşarlardı."
Peki ya onun kadınlara yaklaşımı?
Corinne Lütfü'ye şu satırları,
İstanbul'dan ayrılıp
Sofya'ya gittiğinde yazdığı ilk mektuptan.
" 29 Kasım 1913, SofyaSevgili Corinne,
Çarşamba akşamı İstanbul'dan, kollarında geçirdiğim günün tatlı anısıyla İstanbul'dan ayrıldım.
........
İstasyondan aldığım gazeteleri okur gibi yaparak, birlikte geçirdiğimiz güzel anıları rüya gibi yaşadım.
......."
Ancak...
Atatürk, ilişkilerini uzatmazdı.
Bir süre sonra başka ilişkilere geçerdi.
Ve en ilginci, geride bıraktıklarının yaşamlarına bir daha başka erkek girmemesiydi.
Son 29 Ekim
Atatürk'ün en duygulu 29 Ekim'i, 10.yıldı.Cemal Reşit Rey'in
10.Yıl Marşı, bugün hala
Türkiye insanının damarlarında alev alev dolaşır.
Atatürk, "Ne mutlu Türküm diyene" söylemini de o gün bu ülkeye armağan etmişti.
Dietrich Gronau, Atatürk'ün son 29 Ekim'ini anlatıyor:
"Mustafa Kemal, 1938 yılının 29 Ekim'i Dolmabahçe Sarayı'ndaki yatak odasındaydı.Son derece berrak bir zihinle Cumhuriyet'in 15. yılı münasebetiyle yapılan radyo konuşmalarını dinledi ve kendisi için
"dağ başını duman almış" marşını söyleyen bir öğrenci grubuna yatak odasının penceresinden el sallamak üzere camın önüne getirilmesini istedi."
Toplumla son gözgöze son buluşma için
Cumhuriyet'i emanet ettiği gençleri seçmişti.
Aynaya bakmak
Acaba
"O" kendini nasıl görüyordu?
Gene
Armstrong yazıyor:
"Kendi tarihsel rolünün ve adının bütün dünyaca ünlenmiş olduğu gerçeğine tümüyle vakıftı................
Ancak...
Çağdaş Türkiye'yi yarattığı ve başka hiç kimsenin Ortadoğu'da böylesine kalıcı bir büyü yaratamayacağı bir gerçek olmakla birlikte o, asıl görevinin büyük imparatorluklar kurmak ve dünyayı dönüşüme uğratmak olduğunu hissediyordu.
..............."
Armstrong, "Atatürk, Büyük İskender, Jül Sezar ve Napolyon'un dünya imparatorlukları çağında yaşamalıydı" mesajını verir.
Ama...
Gene
Armstrong'a göre,
"tarih, onun Türkiye'nin gizli gücünü ortaya çıkartmış olduğunu, sahip olduğu hipnotik gücü, korkusuzluğu, olağanüstü ve çok büyük adam niteliğini teslim etmektedir."
Nazım Hikmet'in dizeleriyle...
"....İnce uzun bacakları üstünde yaylanarak
Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak......"Yazara E-Posta: gcivaoglu@milliyet.com.tr