Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

ŞEFFAF Oda 12. sezonuna başlıyor. Yine Portaxe’ın Boğaz manzarasında ve yine TV8’de...

Hayırlı olsun.

İlk bölüm konuklarım, yaza damgasını vuran “Miş Miş” şarkısıyla Simge Sağın ile Suriyeli mültecilerin dramını yansıtan oyuncu Seda Çavdar.

İkisi de başarılı sanatçılar.

Simge Sağın 12 yasında gitar çalmaya ve besteler yapmaya başlamış. İTÜ Devlet Konservatuvarı Ses Eğitimi Bölümü’nde okumuş. Alâeddin Yavaşca ve Selahattin İçli’den dersler almış. Gülşen, Serdar Ortaç ve Yaşar’ın vokalistliğinin ardından artık kendi sahnesinde...

Haberin Devamı

Miş miş’in orjinali Riff Cohen’den Dans Mon Quartier.

Simge şarkıyı duyar duymaz hayatının şarkısı olduğunu anlamış. Ve “İşte bu” demiş.

Sözleri Sibel Algan imzalı

“Miş Miş”e Sezen’in büyülü dokunuşu da ekleniyor.

Ve sonuç; sözler, müzik ve ses birleşince 45 milyonluk tıklanma sayısı... Yolu açık olsun.

Şeffaf Oda’da Türk sanat müziği sürprizi de yapıyor.

Milliyet

SURİYELİ OLMAK

SEDA Çavdar oyuncu ve sunucu... Aynı zamanda duyarlı bir oyuncu. Seda bu yaz Suriyeli mültecilerin dramını yansıtan bir projede yer aldı.

Suriyeli göçmen kılığına

girerek İstanbul sokaklarında dilendi, emlakçılardan ev kiralamaya çabaladı.

O canlandırdı, gazetesi için Ozan Akgün fotoğrafladı.

Onların halini anlamaya ve anlatmaya çalıştı.

Nasıl tepkiler aldı, hangi duyguları yaşadı Şeffaf Oda’da anlatıyor.

Seda Çavdar tiyatro eğitiminin yanı sıra sanat tarihi eğitimi de almış.

Sesi de güçlü. Şeffaf Oda’da bu özelliği de ortaya çıkıyor.

Sertab’ın “Söz Bitti”sini ondan da dinlemelisiniz.

AHMET HAKAN’IN ANNESİYLE...

AHMET Hakan’ın salonunda annesi Vesile Hanım’la sohbet ediyoruz. Başı örtülü, nur yüzlü, 71 yaşında, güler yüzlü, güzel bakışlı bir ana...
Oğlundan söz ederken üzgün gözleri ışıklanıyor. Her şeye rağmen gülümseyerek konuşuyor. “Ahmet’in aslan burcu erkeği olduğunu” söylüyor. Sade Türk kahvesinden bir yudum alıp nefesleniyor. Ahmet’i anlatıyor:
Çocukluğunda da neye inanıyorsa
onu yapardı. Hayata dik dururdu. Kim ne derse desin aklına yatmıyorsa, bildiği yoldan giderdi.
Lider ruhluydu. Dedim ya aslan burcu...
Ama kalbi yumuşacıktır. Çok zekidir.
Vesile Hanım anlatırken ben de Ahmet’in özel yaşamının mekânında göz gezdiriyorum.
Kitaplar, tablolar, uzun ve rahat iki kanepe...
Kanepelerden biri “L” harfi şeklindeki salonun dibine bakıyor. Önünde tavandan yere kadar inen büyük bir beyaz perde.
Zaman zaman yazılarında bahsettiği “sinema klasiklerini” demek bu perdeye düşen projeksiyondan izliyormuş. Duvarların bazıları koyu çağla yeşili. Bu yeşil tonunun yanı sıra bordoya yakın koyu kırmızı İngilizlerin tercihidir.
KİTAP KOLU
VESİLE annenin eşinin emekli müftü olduğunu biliyordum.
Ancak...
Katı bir muhafazakârlık izlenimi almadım.
Tam tersine, bir “kitap sevdalısı...”
Yozgat Lisesi’nin orta kısmında okurken sınıfın “kitap kolundaymış.”
Aynı okulun lise kısmında Taha Akyol da okuyormuş. O da sınıfının kitap kolundaymış.
Taha’nın entelektüel donanımı zaten ortada.
Bir raf dolusu kitap yazmıştır.
Günlük yazıları da konuyla ilgili kitaplardan referansları içerir. Vesile Hanım’la Taha Akyol “kitap kolu” arkadaşları.
Vesile Hanım’ı dinlerken bir kez daha çocukların eğitiminde ailenin öneminin tanığı oluyorum. Bir kitap tutkunu olan Ahmet Hakan’ın aileden de beslenmiş olduğunu düşünüyorum. Bu düşüncemi daha sonra hastanede konuştuğum Ahmet’le de paylaştım.
Çünkü... Ben eve gittiğimde Ahmet, kapıda bekleyen gazeteci arkadaşlara göstermeden çıkarılmış ve hastaneye götürülmüş.
Saat 15’te ameliyat olacaktı.
........................
Haklı olarak kameralara görünmek istememiş. Asistanı Tülay Hanım doğrusu iyi organize etmiş bu karartmayı. Vesile ve Tülay hanımlarla selfie çektik. Ve Ahmet’i görmek için hastaneye gitmek üzere çıkarken Tülay Hanım da elinde tepsi gazetecilere kuru pasta, çay, kahve ikram ediyordu.
Arkadaşlar sadece tek kapısı olan apartmandan nasıl çıkarılmış olabileceğini inanmıyorlardı. İçlerinden biri teşekkür ederek tepsiye elini uzatırken “Pastayı yeriz ama bize görünemeden gidebildiğini yemeyiz” dedi.
Oysa gerçekten Tülay Hanım’ın zekâsı sayesinde Ahmet gazetecilere görünmeden hastaneye götürülebilmişti. Nasıl mı?
Orası “Bende saklı...”
........................
Zaten evinden ayrıldıktan sonra yattığı hastaneye gittim. İçeride Ahmet’in yakın arkadaşı gazeteci yazar Tuğçe Tatari vardı.
İki de konuğu... Daha çok Tuğçe anlattı, Ahmet sancılıydı. Arada bir, üç beş kelimeyle konuşmaya katılıyordu. Burnundaki kırığı ameliyat edecek doktor geldi. Hemşireler de ameliyata hazırlamak üzere çalışmalarına başladılar. Kaburgasındaki kırıklara bir şey yapamıyorlar. Müthiş ağrısı var.
Saldırganlar dikkatle hazırlanmış.
Trafik kazası sonrası spontane bir itiş kakış/kavga senaryosu uygulamışlar. Adi polisiye vakasıyla geçiştirmeyi kurgulamışlar.
Ama... Gerek CNN’deki kameralardan yansıyan görüntüleri ve arabanın plakası, gerek onları görüntülerinden tanıyan bir “Tanığın son günlerde Ahmet’in gittiği kafede ve apartmanının önünde onları birkaç kez gördüm” ifadesi işin seyrini değiştirmiş.
Dosya şimdi “organize işler şubesinde.”
........................
Bir kez daha bu saldırıyı, tüm medyaya yapılan saldırıları yürekten kınıyorum.Ahmet’in daha bir süre yazılarını ve programlarını özlemek zorunda kalacağınızı da haber vermiş olayım.