Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



Karadeniz'den gelen buzulların, Boğaz'ı kapattığını duyan İstanbullular kıyıda toplanırlar.
Bu ilginç doğa olayının tanıkları arasında cesaretli olanlar, buz kütlelerinin birinden diğerine atlayarak Boğaz'ı yürüyerek geçme ayrıcalığına sahip olmayı kaçırmazlar.
İçlerinde taşıdıkları cambazın sesine uyanların gösterilerini izleyenler arasında Besim Ömer Bey de vardır. 1912 yılının 14 Nisan gecesini anımsar.

Haremde doğum
Besim Ömer Bey, eğitimini Paris'te yapmış. Cağaloğlu'nda muayenehanesi olan bir tıp doktorudur. Bir gün, penceresinde sık kafeslerin olduğu muayenehanesinin kapısı çalınır. Gelenler saraydandır. Padişahın gözdesi olan bir sultanın doğum yapması için Fransa'dan uzman bir doktor istenmiş, fakat çağrılan doktorun aynı tarihte İsveç sarayında bulunacağı bildirilmiştir. Besim Ömer Bey'in kapısını çaldıran da, Fransız doktorun gönderdiği yanıta "Besim Bey oradayken benim gelmeme gerek yoktur" notunu düşmüş olmasıdır.
Haremde yaptırdığı doğumla sarayın gözdesi olan Besim Ömer Bey, 24 Nisan günü New York'ta toplanacak bir kongreye katılma kararını verir.
Fransa'nın Calais limanından İngiltere'ye geçecek. Southampton'dan bineceği - Titanik - adlı gemiyle de New York'a ulaşacaktır.
Oysa Calais'teki sis, oyun olsun diye dolandığı pencere tüllerinden çıkış yolu bulamayan çocuklara dönüştürdüğü gemileri limana tutsak eder.

Titanik'te boş kamara
Besim Bey de - çaresiz - İstanbul'a geri döner.
Doktorun biletini İstanbul'dan aldığı ve yerini ayırttığı "Titanik" adlı yolcu gemisindeki kamarası, buzdağına doğru yolculuğuna boş çıkar.
Besim Bey, yıllar sonra Boğaz'ı kapatan buzullara bakarak, sis yüzünden yapamadığı yolculuğu anımsamıştır.
Buzuldan buzula atlayan insanlardan biri ayağı kayıp denize düşer gibi olsa da, toparlar kendini. Bu durum, kıyıdaki izleyiciler arasında heyecan yaratır.
Dr. Besim Ömer Bey ise "Titanik'e binseydim buz parçaları arasında yaşam kavgası verenlerden biri de ben olacaktım" diye düşünür.

Sıkışanlar
Yukarıdaki anı, satırlarının tiryakisi olduğum ve az kitabı çıktığı için - olsa - Uluslararası Okur Hakları Mahkemesi'ne kesin başvuracağım Sunay Akın'dan...
Titanik, denizcilik tarihinin en görkemli yapıtı olarak denize indirilmişti.
ABD'ye yapacağı o ilk sefer öncesinde yolculara bilgi verilirken, geminin yapımcı firma yöneticisi ve kaptanı "Ama tahlisiye (cankurtaran) sandalları çok az" uyarısında bulunanlara tepeden bakmışlardı. Kibirle gülümseyerek şu cevabı vermişlerdi:
"Titanik o kadar mükemmeldir ki, batma olasılığı sıfırdır.
O nedenle, aslında bu gördüğünüz tahlisiye sandallarına bile gerek yoktu. Ancak bir yolcu gemisinde estetik olarak tahlisiye sandalları güzel görünüyor. O nedenle bunları koyduk."
Buzdağına çarptığında Titanik'in "batma ihtimalinin sıfır olmadığı", denizde donarak ölen yolcu cesetleriyle kanıtlandı.
"Mükemmellik" iddiası da havada "donmuş" bir seda olarak kaldı.
Tahlisiye sandallarının sadece göz okşayan bir süs diye koyulması, bir denizcilik trajedisidir.
......
İstanbul'u yönetenler ya da yönettiğini sananların suratlarındaki afiş ve TV ekranı tebessümleri, 2 gün ve gece kar altında donarken, Titanik'i yapanların ve kaptanın yüzlerindeki gülümseyişi anımsadım.
Onlar da, İstanbul, beyaz afete çarptığında, Titanik'in yapımcıları ve kaptanı gibiydiler.
Buzdağına çarpmışcasına yenildiler.
Onlar da afişlerde ilan ettikleri "mükemmellik" iddiasının "kendinden menkul" boşluğuna düştüler.
Ve...
İstanbulluları, Titanik yolcuları gibi beyaz öfkeye teslim ettiler.
Bir kez daha vurgulandı ki, İstanbul y ö n e t i l m i y o r.
İstanbullu kültürü olmayan kasabalı barbarlar istilası nedeniyledir bu yaşadıklarımız...
........
Not: Dünkü yazımda Sunay Akın'a ait bir cümle "Avrupa'lı" olmuş. Düzeltiyorum.