Şu satırlara ne buyrulur?
"Fatih, İstanbul'u fethettikten sonra, O'na Hırcelena adlı, dünya güzeli 16 yaşında bir Rum bakire sunulur.
Fatih, Hırcelena'nın güzelliğinden müthiş etkilenir, ilgi duyar, gönlünü verir.
Güzel Hırcelena'nın elinden tutar ve yatak odasına gider.
Uzun süre geçer ve danışmanları artık Fatih'i pek göremezler. Divan toplantıları yapamazlar.
İmparatorluğun güdeceği siyaseti görüşemez, belirleyemezler.
Fatih, artık tüm günlerini odasında geçirir.
Danışmanları eleştirilerini şöyle ortaya koyarlar:
'Bütün gücünü
Kadının odasında geçirmektedir.
Ve askerler bu durumdan
Hiç hoşnut değildir.'
Diğer bir deyişle Fatih Sultan Mehmet, kadınla zevk alemindedir.
Onun bu zaafı nedeniyle sürekli savaş isteyen askerler ayaklanabilecektir.
Çünkü...
- Yağma, talan ve savaş, Türklerin geçim kaynağıdır, mesleğidir.
Askerler arasındaki bu hoşnutsuzluk Fatih'e iletilir.
Fatih, ertesi gün, herkesin Divan odasında toplanmasını buyurur.
Sabah olur.
Hırcelena'nın elinden tutarak salona girer ve söze başlar:
'Dikkatlice bakın hemen
Şu çok güzel yaratığa
Ve bana söyleyin çekinmeden
Aranızdan birinin
İçini kıpırdıtmadığını
Böylesi güzelliğin...'
Bütün danışmanlar ve orada bulunanlar Hırcelena'nın güzelliğine hayran kalırlar, güzelliğini överler.
'Dünyada varolan tüm güzel ve değerli şeylerin bu güzel kızdan daha güzel ve değerli olamayacağını' söylerler.
Fatih, bu övgülerden sonra, kılıcını kınından çıkarır ve Hırcelena'nın başını gövdesinden ayırır.
Herkes şaşkınlık ve dehşet içindedir.
Fatih, kanlı kadın başını göstererek söze başlar:
'İşte gördünüz.
... bu kadından dolayı
... yumuşak bulunan
Alay edilen, küçümsenen
Erkekçe yüreğimi
Çıkabiliriz o halde şimdi
Savaş meydanına
Büyük ordumuzla.'
Fatih, sevdiği, aşık olduğu kadını bile savaş ve zafer uğruna, kendi elleriyle öldürmüş ve bütün dünyaya, düşmanlarına dehşet mesajı vermiştir.
Bu satırlar 1546 - 1605 yılları arasında yaşamış olan "Jakob Ayrer" adlı Nurnberg'li Alman yazara aittir.
- Güya - tarihi gerçekleri(!) anlatan ve siyaset psikolojisi mesajları veren yapıt iddiasındadır.
Ayrer, Fatih'in şahsında Türkleri; kan dökücü, barbar, sadece savaş isteyen, talancılar olarak gösterir.
Jakob Ayrer'e göre; Fatih, kardeş katilidir. Hatta, çılgınca sevdiği kadını saçlarından tutup, boynunu kendi kılıcıyla koparışı, daha sonraki fetihleri için mesajdır.
Fethedeceği ülkelerin yönetici ve halklarının yüreklerine korku salmak istemiştir.
Fatih'in bağışladığı Ermeni Klisesi'nde, daha geçen hafta program yapmış olan bu satırların yazarı için Ayrer, tarihi çarpıtan bir sirk aynasıdır.
Ama...
Gerçek şu ki...
Avrupalı'nın beyni, Ayrer'in ki gibi tiyatro gösterileri ve kitaplarıyla yüzyıllardır şartlanmıştır.
Neredeyse 500 yıldır, nesiller boyu, İslamla bütünleştirilmiş kan dökücü, uygarlık yıkıcı, yağmacı, barbar Türk imajı çizilmiş.
Birkaç örnek daha...
Schweiger'e göre; tarihe "Kanuni" diye geçen, adaletiyle ünlü Sultan Süleyman, "kana susamış zalim hükümdardır."
Çok kitap okuyan bilge III.Murat, "tanrının buyruğuyla Hıristiyanlığın yıkıcısıdır. Şeytanın kitap okumasıdır."
Bunlar, Avrupa'da Türk düşmanlığına dönük psikolojik nefreti yaratma amaçlıdır.
Haçlı seferlerinin kılıç yerine mürekkep ve kağıtla devamıdır.
Lohenstein'ın "İbrahim Sultan" yapıtı, Habsbourg İmparatoru Leopold ve Clandir Felicitaş'a evlilik armağanı olarak sunulur.
Şöyle denir:
"İstanbul'da kan ve ölüler...
Koltuğunu sağlamlaştırmak için öldüren prensler...
İnsanların kafalarından oluşan kaleler...
Orada ölüm ve şehvet, yaşamın iki yüzüdür.
Avusturya ve Almanya ise İstanbul'daki hilalin bile, Alman güneşine yöneldiği mutlu ülke...
Kara ve Akdeniz, Viyana ve onun kartalını onurlandırsın.
İstanbul, Leopold'un krallığını ve tacını genişletsin.
Sultan İbrahim, haksızlıkların buharında erisin"
Böyle dha çok örnekler sıralayabilirim.
Fransa'dan...
Daha 500 yıl öncesinin İngiliz gezginci tiyatrolarından...
Kağıtla, mürekkeple sürdürülen ve Haçlı seferlerinden kalma İslam düşmanlığını, Türk imajına odaklayan 500 yıllık nefret tohumları...
Bunlar yeşermiş, Avrupa'yı kaplayan kanserli dokulara dönüşmüştür.
Kısacası...
Sevr'e bir günde gelmedik.
Sevr, bugünlerin başlangıcıdır.
Ama...
İçinde bulunduğumuz Sevr sürecinin kökleri 500 yıl önce serpilmiş bu zehirli tohumlardır.
Onun da öncesi, Haçlı seferleridir.
İşte...
Bütün bu nedenlerle Türkiye, insan hakları, demokrasi, özgürlükler, uygarlık konularında çok duyarlı olmalıdır.
Türkiye, 500 yıl öncesinden imaledilmiş sirk aynaları gibi, çarpıtan merceklerle gözleniyor.
Bu bağlamda, gazeteci Ragıp Duran'ın hapse konulması, genel ilkelerin yanı sıra özellikle üzüntü vericidir.
Şemdin Sakık'ın ifadesini(!) inceleyen DGM'nin, 4 gazeteci hakkında "soruşturmaya neden olmadığı" yolundaki kararı da, aklın yoludur.
Ama...
Ne yazık ki...
Yasalar gereği gibi değişmedikçe, hep yanlış sahneler yaşanabilir.
..............
(Kaynak: Kula, O.B., Alman Kültüründe Türk İmgesi III,
Ankara, Gündoğan Yayınları, 1997.)
Yazara E-Posta: G.Civaoglu@milliyet.com.tr