Patronlar patronları diye anılan TÜSİAD, cesur ve gerçekçi bir dergiyle siyasetin en duyarlı sorununa damardan girdi.
Prof. Duverger’nin “Seçilmiş Krallar” söylemi dergi kapağına yansıtıldı.
Meclis’te sıralar sadece liderlerin klonlanmış görüntüleriyle dolu.
Anayasa paketinde elbette bu soruna merhem yok...
Muhalefet partileri liderlerinden de ne bir ses, ne bir nefes...
Bundan bir ay kadar önce yazdığım satırları kısaca tekrarlamakta yarar var.
Masanın kalanı
Tabula rasa sadece yargı değil, masa üstünün kalanı için de gereklidir. Siyasi Partiler Yasası “seçilmiş krallar” yaratıyor.
Bir partinin genel başkanı, aday listelerini istediği gibi düzenliyor/ düzenletiyor.
Seçilenler onun ağzına bakıyor. Bir sonraki seçimde, aday listelerinin üst sıralarında yer alabilmek için liderin suyuna gitmek gerek.
Lider kendisini seçecek olan örgüt mensuplarını da kendi iradesiyle düzenliyor.
Hele lider Meclis çoğunluğuna sahip iktidar partisinin başındaysa hem yasamada hem yürütmede “tek adam” rolünü üstleniyor.
Dahası...
HSYK’daki bakan ve müsteşar üyeler nedeniyle yargıya da gölgesi düşüyor.
“Yargı reformu” diye sunulan proje gerçekleşirse tek adamın yargı üzerindeki etkisi çok daha kapsamlı olacak.
O halde demokrasinin bütün kuralları ve kurumlarıyla işlemesi için bu “seçilmiş krallar” üreten siyasi partiler hukuku kesinlikle değişmelidir.
YERERKEN ÖVGÜ
İki gün için Kıbrıs’tayım.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde nabız tutuyorum.
Atina-İMERSİA gazetesinde yayımlanmış bir makalenin tercümesini “YURTSEVER KIBRISLI” gazetesinden (*) okudum, aşağıda yansıtıyorum.
Türkiye-ABD ilişkilerinin gölgesinde Yunanistan-ABD sorunu yorumlanmış.
İddiaya göre, Ankara-Washington arasında sert ve soğuk rüzgârlar esiyor.
Bazı kanıtlar da öne sürülüyor.
Ama...
Bir yazı hele bir Yunanlının kaleminden çıkıyor ve Türkiye’ye “vuruyorum” sanırken bu kadar mı “övücü” olabilir?
Hele Atina’nın ve Kıbrıs Rumlarının ABD’ye “her süreçte bağlı olduğunun” altını çizerken nasıl ulusal onur çıtasını böylesine aşağıya çeker?
................
Türk kökenli Amerikalılar için en büyük siyasi sosyal olan Türk-Amerikan Konseyi konferansının iptal edilmesi ve Tayip Erdoğan’ın Beyaz Saray’ı ziyaret talebinin reddedilmesi Washington-Ankara ilişkilerinin Irak Savaşı’ndan bu yana en kötü noktasında olduğunu kanıtlıyor. Bu durumdan Obama’nın seçiminden sonra birkaç aylık bir süre için görevlerinde kalan Bush yönetiminin diplomatlarına uyarak ülke dışındaki ilk ziyaretini Ankara’ya yapması ve böylece Türkiye’ye birincilik rolü verilmesinden Obama sorumlu değil.
Bundan sorumlu olan, son zamanlarda gerçek İslamcı tarafını göstermeye başlayan Tayyip Erdoğan’dır. Sert, acımasız, Napolyon tipi tutumuyla, ABD’nin en büyük düşmanı İran’ın tarafına geçmeyi seçti.
Türk-Amerikan konferansına geleneksel olarak ABD Dışişleri ve Savunma bakanlıklarının başında bulunanlar katılırdı. Washington’un en pahalı otelinde misafir edilenlerin konferans harcamalarını Amerikan savaş şirketleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri’yle doğrudan bağları olan Türk organizasyonları karşılıyordu. Genelkurmay Başkanı’nın ya da ikinci başkanının daima bu konferanslarda hazır bulunması, kısa bir süre öncesine kadar George Bush’un personel müdürü Orgeneral Scowcroft’un ortaklaşa organize ettiği konferansa Türk generallerinin ne kadar önem verdiğini ortaya koyuyor.
ABD’li uzmanlar gerginliğin devam edeceğine inanıyorlar çünkü Erdoğan hükümeti ittifak aleyhtarı olarak nitelendirilen başka bir karar aldı.
Bütün yetkilerinin, yüksek düzeyde olmayanların dahi, Washington ziyaretlerini iptal etti. Türk Büyükelçiliği’nden sızan haberlere göre, ilişkiler sadece, Kongre Komisyonu’nun Ermeni soykırımını tanıma kararı için Beyaz Saray özür dilerse düzelebilir.
Ancak milletvekillerinin bu kararından Obama sorumlu değil.
Ne yazık ki Türkler, demokrasinin, Silahlı Kuvvetler karargâhında doğduğunu sanıyorlar.
Türkiye’nin aksine, Yunanistan ve Kıbrıs ABD’nin itaatkâr iki dostudur.
Washington’un Atina ile Lefkoşa’ya hiçbir zaman yardım etmemiş olmasına ve sorunlarını çözümlemelerine katkısının olmamasına rağmen şikâyet etmediler.
Tam aksine, iki ülkenin liderleri bazen yaltakçılıkla Amerikalıların isteklerini kabul ettiler, protestoda bulunmadılar, tepki göstermediler.
Türkiye’nin Amerika’yı ilgilendiren bütün konularda hemen hemen daima karşı çıkması Türkiye’ye ve hükümetine zarar vermedi. Tabii Barack Obama yönetimi tepki göstermeyi ve Amerika’nın “Bizimle olmayanlar karşımızdadır” dogmasını gerçekleştirme kararı alırsa elbette iş değişir.
Irak’a karşı yardım çağrısına Türkiye karşılık vermedi.
Yunanistan ve Kıbrıs, Amerikan çağrısına cevap verdi ve Amerikalılara kara ve saha sahasını verdi. İkisi de ABD’nin ihtiyacı olduğu anda yayındaydı. Buna rağmen Bush ile Cheney onları Üsküp’ü tanıyarak ve antidemokratik Annan Planı’nı ortaya çıkararak “cezalandırdı.”
Şimdi yine 2003 yılında olduğumuz noktadayız. Türkler yine Amerika’nın karşısında Yunanistan ve Kıbrıs ise yanında duruyor. Sorumluluk sahibi liderler kaybolan saygınlıklarının birazını tekrar kazanmak için geçmişteki yaltakçılıktan vazgeçerek karşılık elde etmeye çalışmalıdırlar.
.......................
(*) HABER YORUM. Dr. Doğan Harman (31 Mart 2010)