Powell’a göre "zaman daralıyorömuş... Kimse Türkiye’den her "hıyarım var" diyene "tuzu benden" diye koşmasını beklemesin.
Türkiye, Körfez Savaşı’nda ABD’ye üslerini fiilen kullandırmak iznini ne zaman vermişti?
Bu bağlamda TBMM kararı ne zaman alınmıştı?
Bu soruların cevabı Ankara’nın şimdilerdeki - ihtiyatlı - tutumunda ilk şifredir.
Körfez Savaşı’nda, TBMM’nin kararı, ABD’de koalisyonu oluşturan diğer müttefik kuvvetlerin, Güney’den Irak’ı vurmaya başlayışından bir gün sonra alınmıştır.
Türkiye’deki üsler Irak’a karşı hava harekâtı için bir gün sonra fiilen kullanılmaya başlanmıştır.
Nedeni?
Tutun ki ABD son anda Irak’ı vurmaktan vazgeçmiş olsaydı... Ve Türkiye de Irak’a karşı kullanılmak üzere ABD ve müttefik kuvvetlere üsleri açma kararını, TBMM’den daha önce geçirmiş bulunsaydı...
O zaman Türkiye, Irak ve tüm Arap ülkelerine karşı çok zor durumda kalmış olmayacak mıydı?
Böyle bir yanlışı, ancak devlet ve diplomasi geleneği olmayan ABD piyonu kabile devletleri ve muz cumhuriyetleri yapardı.
Körfez Savaşı’ndan bu yana, Türkiye, kabile devleti ya da muz cumhuriyetine dönüşmediğine göre, 10 yıl sonra da elbette aynı tutarlı çizgidedir.
Zaten, o dönemin Ankara Büyükelçisi Abramowitz de, yıllar sonra "Türkiye bu ihtiyatlı tutumunda gerçekçiydi ve haklıydı" demiştir.
TBMM’den karar almak, üsleri fiilen kullandırmak, ABD’ye Güneydoğu’dan Irak’a geçiş koridoru vermek ve kendi askerini Kuzey Irak’a konuşlandırmak için, Türkiye, önce, ABD’nin fiili müdahalesini başlatmasını bekleyecektir.
O halde Ankara’nın tutumu için ilk şifre ABD’ye öncelik almamaktır.
AB’nin omurgası sayılabilecek Almanya - Fransa ekseninin, "meşruiyet" ilkesini sorguladıkları ve Irak’a müdahale için koşullar sıraladıkları bir ortamda, AB’ye üyelik adayı Türkiye de elbette hukuk dışındaki korsanlık zihniyet coğrafyasında yer alamaz.
BM denetçilerinin, Irak’ta, kitle imha silahları için araştırmalarını sürdürmeleri ve olumsuz raporlar vermeleri... BM Güvenlik Konseyi’nin, Irak’a müdahale kararı, meşruiyetin asgari ortak paydasıdır.
Ayrıca... Müdahale için uluslararası bir kuvvete görev verilmesi, bunun, tercihen NATO olması gerekir. Aksi halde... Türkiye’nin terminator’a (yok edici) asistanlık rolünü alacağı düşünülmemeli.
Türkiye’nin farklı bir konumu da, ulusunun büyük çoğunluğunun Müslüman olmasıdır. Barışçı yolların sonuna kadar denendiğinin ve bunda Türkiye’nin öncülük almış olduğunun altı o nedenle defalarca çizilerek İslam dünyasına gösteriliyor.
Bu da ikinci şifre...
Türkiye için Irak, - Saddam’lı ya da Saddam’sız - kesinlikle toprak bütünlüğünü koruyan devlet yapısında olmalıdır.
Parçalanmış Irak ya da bağları her an kopabilecek teğel dikişli federal yapı, Türkiye’nin yararlarına aykırıdır.
Bu yapılarda, Kuzey’de bir Kürt devleti oluşumu, önlenilemez sürece girer.
O halde üniter Irak veya Bağdat’ın kuvvetli yönetim merkezine bağlı Kürt, Türkmen ve Şii özerk yönetimleri - belki - en az kötü olanıdır.
O halde ABD, meşru zeminde ya da "bu âlemin kralı benim" kafasıyla Irak’ı kendi kararıyla vurursa, Türkiye her iki halde de bu sürecin dışında kalamaz.
Meşru zeminde müdahalenin içinde - vurucu rolle değil - yer alabilir.
ABD, başına buyruk müdahale ederse, Türkiye, gene Kuzey Irak’a girmek ve 36’ncı paralelden yukarısını denetiminde tutmak zorundadır. Göç dalgalarını da, sınırın ötesinde durdurabilir.
Böylece, Türkiye, Kuzey Irak’ta oldubittileri engelleyecek karşı mevzi kazanmış olur. Bu orta ve uzun vadeli stratejik konumlanmadır. Türkiye’nin 2 kolordusu Kuzey Irak’ı, Türk denetimine alırken, ABD’nin 15 - 20 bin askeri dengeyi bozamaz. Saddam’ı, güçlerinin bir kısmını, Kuzey’de tutmak hedefine kilitler. O kadar.
ABD askerlerinin sayısının düşük tutulması ve Türkiye’nin 2 kolorduyla Kuzey Irak’ı denetime alması, Ankara’nın tutumundaki üçüncü şifredir...