"Hiçbirimiz, hepimiz kadar akıllı değiliz."
Türkiye siyasetinde "liderler toplantısı" diye bir ortak akıl geleneği oluşmakta
Koalisyon partilerinin liderleri, çıkmaza giren sorunları kendi aralarında toplanarak çözüyorlar.
"Hükümet'in artık yolun sonuna geldiği" sanılırken dahi, 3 liderin uzlaşmasıyla bunalımlar çoğu kez böyle aşıldı.
İktidar ortağı partilerin tepelerindeki bu "uzlaşma kültürü", Bakanlar Kurulu'na, gruplarına ve örgütlerine de yansıyor. Tabii genelde...
Yoksa... Elbette bu saptamayla çelişen görüntüler olmuyor değil...
Ama... Bütün söylemlere, eylemlere ve fikirlere, aynı siyasi parti içinde dahi tek tip üniforma giydirmek mümkün mü?
En son TELEKOM sorunu da liderler toplantısında çözülmedi mi?
İlk kez "Başbakan'ın eşitler arasında birinci olduğu bir 3'lü yönetim" uygulanmakta.
Liderler arası uzlaşma kültürü, dışa dönük ilişkilere de yansımalı.
Oysa... Cumhurbaşkanlığı'yla Yargı'yla, Silahlı Kuvvetler'le zaman zaman sürtüşmeler, kimse için sır değil.
Bu çatlaklar giderek büyüyebilir, derinleşebilir.
Unutulmamalı ki... Hükümetler, TBMM'den güven oyu alarak kurulur. Ama iktidar olmak için Cumhurbaşkanlığı, Yargı, TSK, sivil toplum örgütleri gibi kurumlara da dayanmak gerekir.
Türk siyaseti için bu yeni ve olumlu liderler yönetimi, birden "köklerini yitirmiş, boşluktaki bir 3'lü" haline dönüşmemeli.
Türkiye'de ilk kez "koalisyon" denince, birbirinin kuyusunu kazan, gözünü oyan siyasi partilerin bıkkınlık verici yapay beraberliği akla gelmiyor.
"Uzlaşma ve ortak akıla dayalı yönetim" geleneği, daha sonraki koalisyon Hükümetleri'ne de taşınmalı.
Türkiye'de en çok koalisyon Hükümeti yöneten kişi Süleyman Demirel'dir.
O da "eskiden liderler toplantısı diye bir kurum yoktu" diyor.
Demirel'e göre; "Siyasi sorumlu Başbakan'dır. Başbakan son kararı verir. Ama gerekli gördükçe Hükümet'teki diğer liderlere de danışabilir. Kendi görüşünü de anlatır."
Demirel "çünkü iktidar, tecezzi (bölünme) kabul etmez" diyor.
İlk bakışta farklı bir düşünce...
Ama... Demirel'in şu son sözü de dikkate alınmalı:
"Elbette bu bir sanattır. Dozajı, mertebesi iyi tayin edilmelidir."
Bu söylem "adamına göre" diye de yorumlanabilir.
Yani "Başbakan'ın üslubu kadar, ortak parti liderlerinin kişilikleri, olgunlukları da önemlidir."
Sözgelişi... "Erbakan'lı bir liderler toplantısı" ve 3'lü yönetim tarzı, nasıl tahammül dışı bir felaket olurdu... Siz tahmin edebiliyor musunuz?
Derviş'in "uzlaşma" arayan çalışma yöntemi de dikkat çekici.
Liderlerle sürekli dirsek temasında... Çıkacak bir yasanın "Çankaya'da veto edilmesi" olasılığına karşı Cumhurbaşkanı'nın görüşlerini alıyor... Komutanlarla konuşuyor... Muhalefet liderleriyle, sendikalarla, işveren kuruluşlarıyla çok yönlü diyalog kuruyor. Türkiye ekonomisi için yeşil ışık yakacak IMF'yle, Dünya Bankası'yla, bu kuruluşlarda etkin ülkelerin büyükelçileriyle "ikna diplomasisi" uyguluyor.
Bir örnek...
Fransa'yla "Ermeni Yasası" bunalımı sonucu, başarılı Paris Büyükelçisi Sönmez Köksal, bir süre için geri çağırılmıştı.
İlişkiler, buzluğa girmişti.
Fransa'nın, aramızdaki bu serinlik nedeniyle IMF ek yardımına freni, nasıl çözüldü dersiniz?
Sakın Derviş'in, Washington dönüşü Almanya randevusunu iptal ederek Paris'e uçmasıyla ve oradaki görüşmeleriyle, bu engel kalkmış olmasın?