Nazım Hikmet'in, pencere camlarına Karagöz - Hacivat resimleri yapıştırılmış Moskova'daki apartman dairesindeydik. Yıl 1994...
Nazım'ın eşi Vera, anılarıyla orada tek başına yaşıyordu.
Votkalarımızı yudumlarken, şairle son gecesini anlatıyordu:
"Akşamüstü bir adam geldi.
Yayın kurumundan...
Nazım 'dışarda konuşalım' dedi.
Güzel bir bahar günüydü.
Aşağıdaki banklardan birine oturdular.
Uzun konuştular.
Daha çok ellerini kollarını sallayarak, hararetle Nazım konuşuyordu.
Bir şeyler izah etmek ister gibiydi.
Döndüğünde Nazım üzgündü.
'Ne oldu' diye sordum.
'Para... Yayınevinden çok avans çekmişim. Borçlanmışım.' dedi."
Vera bana Nazım'ın hem kendi yaşamlarını, hem de daha önceki eşi Münevver Hanım ve oğlu Mehmed'in yaşamlarını devam ettirmekte zorlandığını anlattı.
"Nazım'ın yönetimle arası açıktı. Stalin'e - kendini putlaştırmış - gibi eleştirileri nedeniyle sevilmiyordu" dedi.
Kitaplarını az basıyorlarmış, satışı az olunca avans veriyorlarmış.
Nazım epey borçlanmış.
Gelen adam da "borçlarını nasıl ödeyeceksin" diye sıkıştırmış.
Adam aslında bir görevli...
Amaç, Nazım'ı köşeye sıkıştırarak, yola getirmek, direnişini kırmak,
böylece ona istedikleri gibi yazdırmak... Güdümlü konuşmalar yaptırmak...
Vera, Nazım'ın son gecesini anlatmayı şöyle sürdürdü.
"Nazım'a 'madem Münevver'i ve oğlunu bu kadar seviyordun... Münevver'le yeniden evlenseydin.
Neden beni aldın?
İki eve bakmakta bak nasıl zorlanıyorsun.
Hasta kalbin daha ne kadar dayanacak?
Kendine kıyıyorsun.
Yazık değil mi?' dedim.
Sonra yemeğe oturduk. Sessizce konuşmadan yedik. Hava ağırdı.
Gece konu tekrar açıldı. 'Neden Münevver'le yeniden evlenmiyorsun' diye tekrarlayınca 'artık mümkün değildi' dedi. Yaşamının en büyük sırrını açtı.
Moskova 'ya kaçtıktan sonra kadim dostlarından aldığı mektuplardan bazı satırları okudu. Nasıl üzüntü çektiğini anlattı.
Gözleri dolmuştu, kalbi herhalde daha da yorgun düşmüştü.
Çok geç saatlerde yattık."
Sabah, gazeteleri ve postayı almak üzere açmak istediği sokak kapısına uzandı. Orada yığıldı.
Yaşama veda etti.
Kalbi o gece "yeniden yaşadığı acı anıları" taşıyamamış olmalıydı.
Bu söyleşiyi o sıralarda hazırladığım Nazım Hikmet belgeseli için yapmıştım. Vera, Nazım'a çok acı veren o sırrı da anlatmıştı.
Hatta "bunu bilen ve mektupla Nazım'a bildiren arkadaşları var. Tam sır değil. Çok dar çevrede tutulan bir olumsuzluk" demişti.
Sonra... Türkiye'de yakın çevrede benzer şeyler dinledim.
Ama gene de Nazım için hazırladığım belgesele yansıtmadım.
Nazım bunun bilinmesini istememişti. Şair'e saygısızlık olabilirdi.
Münevver Hanım'ı da üzmek istemedim.
O nedenle bu yazımda da "içeriği" yansıtmıyorum.
Ancak bilinmesi gereken şey...
"Nazım son nefesine kadar Münevver'i sevmişti. Genç Vera'ya tutularak, Münevver'i Polonya'da yapayanlız bırakan adam imajı - tam - doğru değil."
Son gece konuşulanları yansıtmak ne denli yanlışsa, Nazım Hikmet'in Münevver Hanım nedeniyle sorgulanması da o kadar yanlış olabilir.
"Vera'nın anlattıklarına neden inanmalı"? diye sorulabilir.
Cevabı şöyle:
Şu mısralar Vera için yazılmıştı:
"Saçları saman sarısı, kirpikleri mavi
kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı.
..... Ak boynu uzundu, yuvarlıktı..."
Şairin bu mısralarının kadını Vera, "Nazım, Münevver'i ölene kadar benden daha çok sevdi" itirafında bulunuyordu.
Vera gibi güzel, alımlı ve iddialı bir kadının kıskançlığın ve egosunun üstüne çıkarak böyle bir itirafta bulunması için yüce bir neden olmalıydı.
Acaba ne?