Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

ÖNCEKİ gün ve dün İstanbul’da turladım. Özellikle Çağlayan’daki mitinge yağışlı havaya rağmen yarım milyona yakın insanımızın akmasından sonra “nabız tutmak” yararlı olur diye düşündüm.
Kasımpaşa, Aksaray, Fatih’te pek çok vitrine “Filistin bayrakları” asılmıştı.
İçerideki tezgâhlarda “Filistin bayrakları” satılıyordu.
Bu kadar kısa zamanda nasıl da üretilmişlerdi!..
İlginç.

Vitrinlerde Filistin bayrakları

Kimilerinin ellerinde Filistin bayrakları, başlarında ya da boyunlarında Yaser Arafat’ın meşhur siyah beyaz kareli kefiyeler vardı.
Otomobillerde de aynı görüntüler...
Sadece Bush’un posterleri değil, İsrail bayrakları da yakıldı.
Daha önce de gösterilerde bu manzaralara tanık olmuştuk ama bu kez yüz binlerin dalgalandığı meydanların dekoru gibiydi.
Toplumun tepki vermesini doğal buluyorum.

Deneyimler uyarıyor
BUNUNLA beraber... Daha önceki bazı anılarım bana görünenin arkasını da araştırmam gerektiği uyarısını yapıyor.
6-7 Eylül’ü yaşadığımda çocukluk çağının sonlarındaydım.
Türkiye’de ilk kez ABD karşıtı gösteri, dönemin başbakanı İsmet İnönü’ye, o zamanki ABD Başkanı Johnson tarafından yazılan “saygısız, hoyrat, kaba ve tehdit” içeren mektuptan sonra patlamıştı.
On binler Kızılay’dan Kavaklıdere’deki ABD Büyükelçiliği’ne akmıştı.
Büyükelçilik bahçesine girilmişti.
Ben de Hukuk 1 öğrencisi genç bir gazeteci olarak, olayların hem izleyicisi, hem de, açık söyleyeyim, eylemcisiydim.
Sonraları hem 6-7 Eylül olaylarının, hem ABD Büyükelçiliği’ne giren on binlerin arkasındaki görünmez eller açıklandı.
Refah Partisi tarafından düzenlenen son Çağlayan mitingi de samimi katılımcıların yanı sıra görünmez ellerin düzenlemeleri kuşkusunu verdi.
Böylece ABD ve İsrail’e “Bizim değil, bakın RP’nin mitingi ama halkın nabzı böyle atıyor. Biz de söylemlerimizde o tansiyonu yansıtıyoruz” mesajı verilmiş olabilir.
Yerel seçimler öncesi de böyle politikaların sandıkta iş yapması mümkün.
Ne var ki, Türkiye’nin ihtiyacı, toplumun akışı önünde sürüklenmek değil, ona yön verilmesidir.

BOŞNAKLARA KIYIM GİBİ
GAZZE’de bebeklerin, çocukların, kadınların da yaşamlarını yitirdikleri “insanlık dramı” sürüyor.
Tıpkı daha önce Bosna’da Müslüman Boşnaklara “Sırp kıyımı” gibi “kırım...”
Ve gene dünya “seyirci.”
Birkaç cılız ve gerçek dışı “mış” gibi tepki.
Türkiye, gerek iktidar, gerek toplum olarak en duyarlı ve en aktivist çizgideki ülkelerden biri.
Bir yandan, Başbakan Erdoğan’ın Ortadoğu turu... Dünya liderleriyle telefon konuşmaları... Ateşkes için plan önerileri... Cumhurbaşkanı Gül’ün doruktaki çok yönlü diyalogları...
Öte yandan, başta İstanbul olmak üzere, Türkiye’nin her yerinde yüz binlerin sokaklara, meydanlara akarak Gazzelilerin yanında yer alması...
Bunlar dünya politikasında Türkiye’yi ön plana çıkarıyor.
Türkiye’ye özellikle İslam coğrafyasında sempati rüzgârları estiriyor.

Kıvamında olabilmek
ANCAK... Ölçüyü gözetmek gerek.
Türkiye’yi “anti-semitist” psikoloji siklonuna dahil ederek siyaset doğasında tehlikeli bir sarmala sokacak abartılardan sakınmak da önemli.
İnsanlık dramının noktalanması için katkıda bulunmak başka, ABD-İsrail ekseninde düşmanlığın bir kutbunda yer alan soğuma başka...
Daha önce de belirttim.
Gazze’yi bombalayan uçaklar, Konya semalarında test ediliyor, onları kullanan İsrail pilotları Konya semalarında eğitim alıyorlar.
Türkiye’nin PKK’yla mücadelesinde pilotsuz uçaklardan tutunuz da, ileri teknolojiye dayalı pek çok sofistike savaş aygıtı İsrail’den sağlanıyor.
Jet uçakları ve TSK’nın diğer önemli “savaş parkında modernizasyon” İsrail tarafından gerçekleştiriliyor.
Özellikle Amerika’da Rum ve Ermeni lobilerine karşı Türkiye’nin yanında karşılıklı ağırlık koyan ve denge oluşturan “Musevi lobisi” görmezden gelinemez.
Musevi lobisi aradan çekilirse, Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde “buzullar” oluşur.
ABD ve dünya kamuoyunu yönlendiren medya, Musevilerin egemenlik alanıdır.
Elbette... “Bütün bunlara bakarak Türkiye Gazze’de olanlara kayıtsız kalsın” gibi bir düşüncem yok. Olamaz da... Ama... Gazze dramını noktalamaya çalışırken bunun bir Yahudi düşmanlığı psikolojisine dönüşmesi olasılığının nasıl da ağır faturalara neden olabileceği görülmelidir.