"Avusturyalı meslektaşım, 2014'te AB üyesi olursunuz. Müzakerelere başlayıp da AB'ye giremeyen ülke yok dedi."Bunu, Avusturyalı bir diplomatın söylemesi ilginç.Türkiye'nin AB eşiğini aşıp kapıdan içeri adım atmasını önlemek için son dakikaya kadar mücadele eden ülke Avusturya.Belki mide krampları girerek de olsa, o ülke diplomatının teslim ettiği bu gerçek, yakın geleceğin işaret fişeği olabilir.2014'e 9 yıl var.Son yıl, törenler ve formalitelerdir.Türkiye, bu kararlı çizgisini sürdürürse, 8 yıl sonra lacivert zemin içindeki en parlak yıldız olabilir.Avusturyalı diplomatın söylemi, "Almaz kardeşim bu adamlar bizi" korosuna da bir yanıttır.Elbette Türkiye'ye bayılmıyorlar...Önemli olan söke söke almak..................İngiltere Dışişleri Bakanı ve AB Dönem Başkanı Jack Straw, basın konferansında "mutlu sonu" açıklarken sanki 30 saatlik maratonu yaşamamışçasına dinç ve pırıl pırıldı. Başarı, sanki "kök hücre" gibi yenilemişti yüzünü..."Türkiye ile tam perspektifli görüşmeler bu gece yarısı öncesinde başlayacaktır. 3 Ekim iki taraf için de tarihi gündür" dedi.Bu anonsuyla Türkiye ve AB'nin ötesinde "küresel dönüşümü" de vurguluyordu.3 Ekim, "uygarlıklar uzlaşmasının hilal ve haç bağnazlığını aşma" tarihi olacaktır.Bu bütünleşme adımı, gelecek kuşaklar için çok daha güvenli ve güzel bir yaşam inşa edecektir."İnsanlık," layık olduğu yüce değerler için büyük bir kazanım sağladı..................Gabriel Garcia Marquez'in "Gazeteci tarihin tanığıdır" dediğini yazmıştım. Buradaki durum, "Gazeteci tarihin falcısıdır" dedirtiyordu.Gerçekten, 600'ü aşkın gazetecinin son 30 saat boyunca kongre merkezi salonlarında yaptığı buydu.Aralarında benim de bulunduğum "iyimserlerin" öngörüleri doğru çıktı.Avusturya ve Kıbrıs düğümleri çözüldü.Bulunan formüllere eleştiriler olacaktır ama "özde ilk taslağın bozulmadığı" söylenebilir.Gerçekten, Avusturya'nın gerilediği mevzilerde son çabalarla hormonladığı "AB'de yeni üye için hazmetme kapasitesi" farklı bir referans sayılmaz.Kıbrıs için de getirilen "güvence", 1980'de Yunanistan'ın NATO'ya dönmesi için ABD'nin 12 Eylül yönetimine... 1999'da Helsinki toplantısında Finlandiya Başbakanı Lipponen'in şahsen verdiği yazılı güvencelerden daha güçlü, kurumsal ve AB müktesebatı kapsamında/hukuki..."Yoğurdu üfleyerek yemek" sendromu var.Özellikle Kıbrıs için askerden, DYP'den, MHP'den hatta kendi içinden ciddi fay kırılmaları oluşmuştu. Bu "güvence" oluşmasaydı, Gül ve Babacan Lüksemburg'a -kesin- gelmeyeceklerdi.................Ankara'nın "iyi bir kriz yönetimi uyguladığını" söyleyebiliriz.Bir tür "kötü polis, iyi polis" oyunu sahnelendi.Abdullah Gül'ün doğasını aşıyor görünen sert mesajlarında adres, AB üyeleriydi. Onlara "Durum ciddi. Her şey kopabilir" uyarısını yansıtıyordu.Başbakan Erdoğan ise daha ılımlı bir üslupla konuşuyordu. İçeride tansiyonu düşürmeye odaklanmıştı. Ekonominin nabzını tutuyor, tansiyonu yükseltmemeye özen gösteriyordu.Grupta ve parti yönetiminde, örgütte şişkinlikleri yokluyor, gazları alıyordu.Çünkü... Olumsuz bir sonuç ile zaten dikişleri atacak olan ekonominin zembereklerinden büsbütün boşanması önlenmeliydi..................Sonuç... Gül ve Babacan'ın 3 saatlik uçak yolculuğu, aslında Tanzimat'tan bu yana 1 buçuk yüzyıllık yolculukla örtüşüyor. 150 yıllık yoldur.Bugünden itibaren Türkiye çok farklı olacak.Yaşayarak göreceğiz.Hem de bugünden itibaren...Türkiye lacivert zemin üstünde en pırıltılı yıldız olabilir.Yıldızlara yürümek güzel... g.civaoglu@milliyet.com.tr Gül ve Babacan'ı Lüksemburg'a taşıyan uçağın havalandığı dakikalardı... Kongre sarayı koridorlarında karşılaştığımız Türkiye'nin AB nezdindeki Büyükelçisi Oğuz Demiralp'in keyifle anlattıklarını yansıtıyorum: