Erdoğan’a okyanusun ötesinden “şans rüzgârı...”
Yanlış anlaşılmasın.
“ABD’nin estirdiği” rüzgâr bu.
Bir süre Türkiye’ye “yabancı sermaye bol bol girecek” gibi görünüyor.
Yani...
ABD -Başkan Obama biraz tavırlı dursa da- komplocular arasında değil.
“Amerika’nın Merkez Bankası” denebilecek FED “yakın zamanda faizleri yükseltmeyeceğini” açıkladı.
Bu durumda...
Daha iyi kazançlar arayan küresel para aralarında Türkiye’nin de bulunduğu Brezilya, Malezya, Rusya gibi “kırılgan” olmakla beraber kâr getirisi yüksek pazarlara yüklenecek.
Oysa...
Tersi düşünceler yaygındı.
.........................
Olayın tercümesi şöyle:
“Genel seçimlere kadar sürer mi bilinmez ama ağustostaki cumhurbaşkanı seçimlerine kadar Türkiye ekonomisine yabancı para girişlerinde duraklama, azalma, daralma yok.”
30 Mart yerel seçimleri de gösterdi ki, seçmeni yönlendiren “birincil” koşul “ekonomi...”
Nüfusun yüzde 80’i ev, otomobil, ihtiyaç kredisi ya da bir şekilde borç taksiti ödüyor.
Önemli bir kesim de yaşlılık yardımından tutun da burslara, engellilere desteğe, gıda kömür yardımına kadar devlet sübvansiyonu almakta. Bu musluğun açık kalması, ekonominin daralmaması ile mümkün.
Yıllar önce Süleyman Demirel’e seçim kampanyasındayken “sandıktan beklentisini” sormuştum.
Cevabı “iyiyiz” olmuştu.
Bunu “meydandakilerin yüzleri renkli, çocukların giyimleri kavi” diye açıklamıştı.
Liderlerin sadece kürsüde nutuk attıkları sanılır.
Ama...
Bunu yaparken, seçim otobüsünün üzerinde bir aşağı bir yukarı dolaşırken gözleriyle kalabalığın röntgenini de çekerler.
Tezahüratın “desibeli...”
Paralı şakşakçıların ötesinde oraya gönüllü olanların yüz ifadeleri...
Spontane söylemler.
Orada üretilmiş folklorik sloganlar...
Tecrübeli bir lider bunları süzer ve yorumlar.
Son seçimlerin kampanyasında Erdoğan konuşurken sanıyorum danışmanları kalabalıkların “hal dilini” tahlil etmişlerdir.
.......................
Seçmeni yönlendiren diğer etken “istikrar.”
Yukarıda profilini çizdiğim seçmen ekonomik koşulları içinde kırılmalar, kopmalar olmasına duyarlı.
Bunlardan kaçınma refleksiyle de oy veriyor.
Ekonomi -özellikle- sınırların ötesinden negatif hava akımları olmadıkça, hatta dışarıdan olumlu koşullar ithal edildikçe “siyasi istikrarı” da destekliyor.
“Ekonomi” ve “istikrar” arabanın önüne koşulmuş iki attır.
Atlardan biri arabanın arkasına, diğeri önüne koşulursa orada işler karışır.
Başka beklentiler devreye girer.
Gözler muhalefete çevrilir.
Zaten...
Genel kuraldır; “muhalefet eğer iktidar tökezlerse kazanır.”
Yani...
Bir anlamda “muhalefete seçimi iktidarın yorgunluğu, raydan çıkmışlığı, vagonları devirmişliği” kazandırır.
Biliyorum...
“Toplumun vicdanı” gibi çok çok önemli bir gerçek de var.
Bunun da etkinlikle devreye girmesi gerekir.
Ancak...
Nasıl ki “demokrasinin eşiği fert başına milli gelirin 10 bin doları aşmasıdır. Darbeler bu eşiğin gerisinde kalır...”
Etik değerlerin siyasette “birincil” konuma gelmesi için de daha yükseklerde bir gelir seviyesine ulaşan bireylerin kazandıkları güvence eşiği önemlidir.
Ya da...
Ekonomik krizlerde toplumlar alternatif partiler aramaya yönelirler.
Hele...
Böyle durumlarda kendileri açken tokluk bir yana obez yöneticiler toplumda öfkeleri alevlendirir.