"Yüreğinin Götürdüğü Yere Git", Susanne Tamaro'nun yazdığı gerçekten güzel kitabın adı.
Ve yüreğinin götürdüğü yere gidenlerden birkaç portre yansıtayım.
..........
Adı Fabritsio... Başarılı bir reklamcıymış.
Ancak... Birgün, doktorlar ona "kansersin. Ciğerinin bir bölümünü alacağız" demişler.
Sormuş: "Daha ne kadar yaşarım?"
Cevapları "belki bir yıl" olmuş.
Ameliyattan bir gece önce, hastaneden kaçmış.
Sabah, kendisini Uzakdoğu'nun Buda rahiplerine kadar götürecek, yaşamı yeniden kazanmak yolculuğu için uçaktaymış.
Tibet'teki Budist rahiplere durumunu anlatmış.
Orada Doğu felsefesinin incelikleriyle, yogasıyla, meditasyonuyla, otlarıyla tanışmış.
"Yin" ve "Yang"ın birbirini tamamlayan, "ergonom ruh ve beden sağlığı yöntemlerini" öğrenmiş.
Ve kanseri yenmiş.
Ciğerleri şimdi sapasağlam.
Neyi var neyi yoksa satmış... Planlarını kendi çizdiği güzel bir tekne yaptırmış. Bodrum'da turistlere mavi yolculuk yaptırıyor.
Güzel sevgilisi, teknede onun hem tayfası, hem ahçısı...
Şu aralar 45 yaşlarında...
"Kendini 16 yaşında hissettiğini" söylüyor.
Kalbinin sesini dinlemek, yüreğinin götürdüğü yere gitmek önemli.
Adı Philip...
İngiliz... Bilgisayar mühendisi... Gülmeyi, içkiyi, muhabbeti seviyor.
Bodrum - Gümbet'e, 80'li yıllarda turist olarak gelmiş.
Gümbet'te bar yok.
Philip, otelin sahibine "turistler Bodrum'a gidiyor. Şu aşağıda bir oda var. Kullanmıyorsunuz bomboş duruyor. Oraya bir bar açsana" diyor.
Otelin sahibi "ben bardan anlamam, orayı sana vereyim. Sen bar yap... Çalıştır" diye öneriyor.
Philip'in eşi ve üç çocuğu ile birlikte Bodrum serüveni böyle başlıyor.
Bu arada kararlarını Philip'in eşinin emekli Emniyet Müdürü babası Frank'a anlatıyorlar.
Frank, sadece 10 dakika düşünüyor.
"Eşimle birlikte ben de geliyorum" diyor.
Frank, İkinci Dünya Savaşı'nda pilot olarak savaşmış.
Uçağı 12 kez düşmüş... 12 canlı bir serüven tutkunu.
Şimdi Bodrum'da onun adı "Frank dede."
Gümbet'ten Turgut Reis'e herkes onu tanıyor.
Philip'in Turgut Reis'deki Bell Pub'ı, bütün İngilizler'in buluşma noktası.
Philip, yörenin adeta muhtarı.
Bodrum'da hamile kalan İngiliz de onun kapısını çalıyor... Hastalanan da, köpeği kaybolan da... Yani, tüm dertli yabancılar.
Kızı, Bodrum'da turizm işi yapıyor.
Şimdi nişanlı ve çok mutlu.
Oğullarından biri Ankara'da bilgisayar mühendisi...
Philip'le beraber olmak, "yaşama gülümseyerek bakmak" demek.
Örneğin... Akşam üstleri, susuz Bodrum'a su servisi tankerlerle yapılır. Bardaki İngilizler tankeri görünce "bu nedir?" diye sorarlar.
Philip, "belediye, birer litre rakı dağıtıyor" der.
Bunun üzerine bardaki turistlerin bir kısmı, elde şişeler tankerden rakı doldurmaya giderler.
Philip, onların dönüşteki yüz ifadelerini kahkahalarla anlatıyor.
Philip'ten bir şaka daha...
Bara hippi kılıklı genç bir yabancı gelir.
Philip'e eğilir ve yavaşça "esrar var mı?" diye sorar.
O da, az ileride sivil giysileriyle oturan can arkadaşı Komiser Ahmet'i gösterir. "O satıyor" der.
Delikanlı eğilir, esrar ister. Başına gelenleri siz tahmin edin...
Frank dedenin eşi vefat eder...
Çevrede o kadar sevilmektedirler ki, cenazesinde 500 - 600 Bodrum'lu köylü vardır ve belediye onlara Müslüman mezarlığının yanında, bir aile kabristanı olacak kadar yer verir.
Anneanne oraya gömülür.
Bodrum'da bu aile çok mutlu.
Yüreklerinin götürdüğü yere gitmişler.