Bankacıların, döviz bürosu çalıştıranlarının ortak kanıları şöyle: "Türkiye insanı artık değişti.
Kolay kolay paniğe girmiyor... Krizin tepe noktaya eriştiği günlerde bile dövize hücum etmiyor.
Ortalığın sakinleşmesini ve kurların bir düzeye oturmasını bekliyor.
Oysa 1994 krizinde bir panik fırtınası esmişti. Dolar yüzde 300 değer kazanmıştı."
7 yıl içerisinde bu değişiklik nasıl gerçekleşti?
Cevapları şöyle:
"Türkiye insanı artık deneyim sahibi oldu.
Bankalar kapandı... Borsa çöktü... Borsayla ve dövizle oynayan büyük baronların dümen suyuna düşmemeyi öğrendi.
Artık biliyor ki, bir süre geçer ortalık durulur, taşlar yerine oturur, karbonatlanmış döviz kurları zamanla bir düzeye geriler.
Ayrıca... Televizyonların ve gazetelerin - birkaç istisna dışında - sağduyu çağrısı yapan yayınları da yararlı oldu..."
Oysa... 1994 krizinde patlayan döviz talebine mal yetiştiremiyorlarmış.
"Mal" dedikleri, dolar, mark...
Fiyatlar, füze gibi fırladığı halde döviz kapışılıyormuş.
Dün ise ortalık durgun bir göl gibiydi.
Bankacıların ve bazı iktisatçıların yorumları ise şöyle:
"Dolaşımdaki dolar hacmi, TL hacminden daha büyük.
Böyle olunca arz ve talep dengeleniyor. Panik olmuyor."
Doların yüzde 20 - 30 koridorunda değer kazanmasını ise "çıpa sisteminin uygulanmasıyla TL değerinin yapay olarak yüksek tutulmasıydı. Makas kapandı" diye izah ediyorlar.
Yeter ki... Siyaset fiyakası ekonominin kimyasını gene bozmasın.
Ekonominin dümenindekiler tarafından rota sapması yapılmasın... Yeni krizler beklenmesin.
Ama... Bu risk daima var.
Güney Amerika'da, İsrail'de yüzde 500 - 1000 - 1500'lere varan hiper enflasyon tırmanışları, bu nedenle olmuştu.
IMF ile ardarda yapılan anlaşmalarda dikiş tutmaması ve siyasi irade zaafları, gecikmeler, program sulandırmaları, ekonominin tabiatında patlamalara neden oldu.
Kemal Derviş'in ABD gezisinden izlenimler, işte bu açıdan yorumlanmalı.
Derviş'in, Türkiye'deki bürokratlarla birlikte iyi bir program hazırlayacağı konusunda kuşku yok.
Türkiye ekonomisinin dinamiklerine itimat var.
Ama... Yeni programın ve yeni niyet mektubunun arkasındaki siyasi irade için tereddütler de bir gerçek...
Daha önceki niyet mektuplarında, istikrar programlarında yer alan yapısal değişimlerin savsaklanmış ve sulandırılmış olması, kötü izler bırakmış.
"Ya gene program yapılır, niyet mektubu verilir ama, uygulama sulandırılırsa?" kaygıları hissediliyor.
Hatta Derviş'e kelime aralarında "siz olmasaydınız, Türkiye'de yeni ve sağlam bir siyasi irade oluşuncaya kadar görüşmeyebilirdik" mesajının verildiği bile söylenebilir.
Güven çok önemli.
Kemal Derviş de zaten bu yaşamsal gerçeğin altını çizmekte.
Yani... Programın ve kendisinin arkasında, Hükümet ortaklarının sadece liderler olarak değil 3 partinin bakanları, Meclis grupları ve bağlı kuruluşlarının bürokratlarıyla da destek vermeleri gereğini vurguluyor...
Siyaset kadroları üzerinde kamuoyunun ve özellikle medya baskısının itici güç oluşturabileceğine güven daha fazla.
Gerçekten... İktidar ortakları tarafından adeta parsellenmiş kamu bankaları sorununun kökten çözümü ve bankalar sistemi, el konulmuş bankalar için 3 ayağı olan akılcı bir planlamanın haberini, Ankara'dan Zülfikar Doğan bildirmekte...
İyi işaret.
"Galiba artık denizin bittiği siyasi kadrolar tarafından da anlaşılmış."
Yüzmeyi beceremedik ama, karada yürüyüş şansını kaçırmayalım.