Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Hürriyet’te manşet... Davos’ta Fransız TV’ci Gila Benmayor’a sormuşlar: "Kendine türban takmak için kaç yıl veriyorsun?"
Fotoğraf 1900’de çekilmiş. Haliç Tütün rejisinde, elle sigara saran yüzlerce kız ve kadın. Başlarında Fransız ve Türk vardiya şefi erkekler.
Bir tek genç kız ya da kadının başı örtülü değil.
Ne türban... Ne boynunu da kapayan başörtüsü!
Üstlerinde çarşaf yok.
Ayaklarına kadar inen manto da yok.
Belki içlerinde, Rum, Ermeni, Musevi kadın işçiler de vardır, ama hepsi değil ya.
Çoğunluğu Müslüman hanımlarımız.
Fotoğrafı eskinin tütün rejisi, şimdi Kadir Has Üniversitesi olarak kullanılan ve kültür dünyamıza çok başarılı bir yenilemeyle kazandırılan binanın rektörlük katında gördüm.
Haydi "orada çalışırken başlarını açtılar" diyelim... Üstlerinde çarşaf, manto da yok.
Üstelik dikkat çekici olan şey, pos bıyıklı Türk ve Prusya bıyıklı Fransız erkek vardiya şefleri tepelerinde.

Osmanlı’nın son yılları için annemden de benzer şeyler dinlediğimi hatırlıyorum.
Bakırköy’de oturuyorlarmış.
Annem Fransız okulunda okuyormuş. Ortaokul ve lise eğitimi boyunca hiç başını örtmemiş. Böyle bir zorunluk da hissetmemiş.
Ya annesi?
Teyzeleri?
Onlar incecik tül çarşaflar giyerlermiş.
Ama...
Örtünmeyenler de çokmuş.
Kimse kimseye karışmazmış.
Sosyal baskı yokmuş.
Fransız Tütün Rejisi’nde çekilen fotoğrafın üzerinden 102 yıl geçti.
Türkiye’den insan manzaralarına bakınız.
Yoksa geri vitese mi geçildi?
İmam Hatip ve İlahiyat Fakültesi öğrencilerine gelince.
1969 yılına kadar İlahiyat Fakültesi’nde bir tek başörtülü öğrenci yoktu.
Ne üniversiteye girerken... Ne mezun olurken.
İlk 1969’da.
Ve o öğrenci de şimdi AKP hükümetinin Hazine’den sorumlu bakanının halası.

Davos’a giden Başbakan Gül’ün ve AKP Genel Başkanı R. T. Erdoğan’ın eşlerinin örtülü başları, giysileri güncel konu.
Bu kez, olur mu, olmaz mı değil... Tartışılan konu, şıklıkları.
Modacılar görüş beyan ediyorlar.
Gazetecilik yaşamım boyunca, aileleri eleştiri çerçevesinin dışında tutmaya özen gösterdim.
O nedenle, Bayan Gül, Bayan Erdoğan’ın kendilerine özgü giyim anlayışları, - "zevkler ve renkler tartışılmaz" söylemine inanmasam da - bu köşenin ilgi alanı dışında.
Ancak sosyal bir gerçeği ortaya koyması bakımından önemlidir. Geride kalan yüzyılın başında İstanbul’un tütün rejisinin kadın işçilerinin bile gerek hissetmedikleri örtünmek, 2002 yılı Cumhuriyet Türkiyesi’nde, devletin zirvesine tırmanmış bulunuyor.
Yüzyılın başında da devletin doruklarında örtünme vardı ama Halife ve çevresinin eşleri için bu doğaldı. Tütün rejisinden manzara ise belki toplumdaki hür tercihin bir bölümünü yansıtıyor. Oysa şimdi örtünme tabandan tavana doğru bir süreç.

Başörtüsü, türban, örtünmek - içe sinse de sinmese de - Türkiye vitrininde. Davos’taki küresel düşünce liderleri de bu vitrinin gerisini biliyor ve sorguluyor olmalılar.
Bir başbakanın eşi, başörtülü olduğu için kamu alanlarına nasıl giremez?
Yakın geleceğin başbakanının eşi de öyle...
Zaten zihinlerinde bir klişe var: "Şiir okuduğu için hapse atılmış, seçimlere girememiş, başbakan olamamış iktidar partisinin Genel Başkanı ve gölgedeki iktidar."
Bunun faturası "Kemalist otorite eğilimleri" diye "Atatürk ilkelerine" Atatürkçü kurumlara çıkarılmak istenmekte...
Sadece dışarıda değil... İçeride de aynı sorgulama uzun süredir var.
En gözde kurumlarımızın aşındırılması için kullanılmakta.
Gerçi AKP bu konuya karışmıyor, türbanı gündeminden çıkardığını açıklamış bulunuyor, Erdoğan’ın özellikle ordu için Davos’ta söylemleri olumlu ama manzara da, gerçekler de ortada...
Konu Türkiye gündeminde değilken, Türkiye’yi henüz germiyorken, laisizmi zedelemeyecek çözümler, yaratıcı ve gerçekçi yaklaşımlarda bulunulmalı.
Sorun "şıklık" değil.
.................
Tunceli depremi bağlamında acıları paylaşıyorum. İstanbul ve diğer bölgeler için keşke bir uyarı gibi algılanabilse.