Geçen gün Türkiye'deki Bulgaristan Başkonsolosluğu'nun bir görevlisi ile sohbet ediyordum... "- Siz şanslısınız. Bizden önce AB adaylığınız benimsendi. Bizden önce yola çıktınız" diyecek oldum, "- O kadar da değil" diye cevapladı. "- Aday olduk diye, Avrupa Birliği baskıya başladı. İlla da üç atom santralını kapatın diyorlar. Halbuki Bulgaristan bu santrallarla elektrik üretiyor. Türkiye'ye bile bu santrallardan çıkan eletriği satıyoruz."
Alınız başınıza belayı... Ankara seferber olmuş. Bir yanda AB adaylağımız kabul edilsin diyerek çırpınıp duruyoruz... Öte yanda, Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, koalisyon ortağı parti liderleri hep birlikte atom santralı kurmak için karar alıyor. Santralı ihaleye çıkarmaya hazırlanıyor.
Biz atom santralı için yabancı firma ile, onun Türkiye'deki ortakları ile el sıkışıp, anlaşmayı imzalayacağız. Paraları bağlayacağız... Derken efendim AB adaylığımız onaylanınca hapı yutacağız... Ödediğimiz paralar havaya gidecek. Atom santralı daha tamamlanamadan kapatılacak...
AB adaylığı sadece atom santralı hayali ile yatıp kalkanları mı üzecek... Hayır... Her çevreden üzülen olacak... Örneğin "kokoreç"çiler AB üyeliğine pek çok üzülecek. Kokoreç "iyice temizlenmiş koyun ya da kuzu bağırsağının soğan suyu, tuz ve karabiber ile oğulup, arasına iç yağı konularak hazırlanan bir "sakatat" yiyeceğidir. Silindir şeklinde uzunlamasına şişe geçirilir. Kömür ateşinde pişirilir. Dilim dilim kesilir. Üzerine kekik serpilerek yenilir. Tadına doyum olmaz. Kokoreçi yiyen mide de iflah olmaz... Rum ustaların hazırladığı kokoreç İstanbul ve İzmir gibi şehirlerde, hala hamburgere, sosise, çiğköfteye ve lahmacuna karşı direnmeyi ve hakimiyetini sürdürmeyi başarmış bir "sokak yiyeceği"dir.
İstanbul'da, İzmir'de kokoreç hakimiyetini sürdürüyor ama, zavallı Yunanlılar, ülkeleri AB üyesi olduğundan bu yana kokoreç yiyemez oldu. Çünkü AB Komisyonu, Yunanistan'da kokoreç satışını engelledi. Çünkü kokoreç, AB'nin bütün üye ülkelerde geçerli gıda şartlarına uymayan, sağlığa zararlı bir "sakatat yiyeceği"...
Biz AB adayı olunca, gitti gider bizim kokoreç!.. Ardından sıra gelir işkembeye... Sonra sucuk, pastırma... Kim biliyor bizdeki gıda maddelerinin içinde neyin olduğunu, sağlık şartlarına uyup uymadığını...
Derken sıra gelir tarım ürünü destekleme fiyatlarına... AB adayı olunca, hükümetler istediği fiyatla fındık, üzüm, tütün, buğday, pamuk alımını sürdürebilecekler mi sanılıyor? Tabii ki hayır!..
Olacak ve olamayacak şeyleri bilmek lazım... Türkiye hem AB adayı olup, hem de daha önce adaylığı benimsenen Kıbrıs Rum kesimi ile anlaşmazlığını sürdüremez. Türkiye hem aday olup, hem de daha önce tam üyeliği gerçekleşen Yunanistan ile savaşa giremez. Türkiye hem AB adayı olup, hem de idamda ısrar edemez. Farklı dillerde eğitimi ve yayını önlemez. İşkenceye izin veremez.
Eeeeee... Atom santralı kuramayacak isek, istediğimiz gibi kokoreç yiyemeyecek isek, istediğimizi asamayacak, istediğimiz ile savaşamayacak isek, o halde biz ne diye AB adaylığı için çırpınıp duruyoruz? Bunu kendimize dert ediniyoruz?
İşte işin püf noktası da burada... AB adaylığı, çağdaş dünyaya tam üye olarak katılmak için atılması gereken adımın ilki... Çağdaş dünya, çağdaş yaşamın ilkelerini belirlemiş... Bu ilkeleri kağıda yazmış... Kağıtta yazılı kaidelere göre, atom santralı kurmak yasak. Kurulanlar kapatılacak. Kokoreç yemek yasak... Çünkü kokoreç sağlığa zararlı. Adam asmak, insanlara işkence yapmak yasak...
Bu yasaklar sadece Türkler için, Yunanlılar için getirilen yasaklar değil. Birliğe her kim ki katılacak, her üye aynı şartlara uyacak...
İşte bu noktada kararı vermek gerekiyor: Ya kokoreç yemeye devam edeceğiz, ya da çağdaş ülkelerin "kulübüne girip" kulüp şartlarına uyacağız. Onlar ne yiyor ise onu yiyeceğiz.
Yazara E-Posta: guras@milliyet.com.tr