Güngör Uras

Güngör Uras

guras@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Ayşe Hanım Teyzem, "Kopenhag’da ne bekliyorduk da ne oldu? Beklediğimiz olsaydı, bana ne yararlı olacaktı? Beklediğimiz olmadı, ben ne zarar göreceğim?" diyerek sorgu sual eyliyor.
Bizim bekleyişimiz, tam üyelik müzakereleri için bize 2003 yılında randevu verilmesi idi. Bunun anlamı, Türkiye’nin AB üyeliğinin kesinleşmesi demekti. Müzakere başlayacak, tamamlandığında otomatik olarak Türkiye AB’nin tam üyesi haline gelecekti.
Halbuki, beklediğimiz olmadı. Bize müzakerelere başlama tarihini vermek için 2004 yılının son ayında randevu tarihi verildi. Bu demektir ki, müzakerelerin başlaması, yani açık anlatımıyla, tam üyelik kapısının açılması daha kesin değil. 2004 yılı son ayında AB üyeleri toplanacak, Türkiye’ye müzakere tarihi verip vermemeyi tekrar gözden geçirecek. Müzakere tarihi verilerek, kapı belki açılacak, belki açılmayacak.
Ayşe Hanım Teyzem, "2003 yılında müzakere tarihi verselerdi, yarın yaşamında ne değişecekti?" diye merak ediyor.
Değişecek olan şuydu: Birdenbire her yer güllük gülistan olmayacaktı. Ekonomi patlamayacak, refah çatlamayacaktı. Ama yabancıların Türkiye’ye bakış açısı değişecekti. Yabancılar Avrupa Birliği’nin bir parçası haline geleceği için, Türkiye’yi bir yatırım üssü olarak göreceklerdi. Türkiye’de fabrikalar kuracak, işyerleri açacaklardı. Türkiye’nin üretiminin, istihdamının artmasına destek vereceklerdi.

Refahı sağlayacak olan yine Türk insanı
Burada Ayşe Hanım Teyzemin dikkat etmesi gereken çok ince bir nokta var. AB üyeliği, Türkiye’nin kalkınmasının hızlanmasını, refahın artmasını tek başına sağlayamaz. Sadece yatırım, istihdam ve üretim artışına destek sağlar. Kalkınmayı ve refahı sağlayacak olan gene de Türk insanıdır. Türk insanı yatırımını, üretimini artırırsa, hem kendinin, hem ülkesinin geliri artar. Hem kendi, hem ülkesi zenginleşir.
AB üyeliği, ülkeye yabancı sermaye yanında, daha çok ve daha ucuz dış kredi girmesi bakımından da yararlı olur. Ama, Türkiye sadece yabancı sermaye, daha çok ve daha ucuz dış krediye dayalı olarak kalkınamaz.
Kopenhag’da 2003 yılı için müzakere kapısı açılsaydı, şimdiden Türkiye’nin üzerinde sıcak rüzgarlar esecek, hava ısınacak, moraller düzelecek, Türkiye’ye ilgi artacaktı.
Bir Türk vatandaşı olarak, Ayşe Hanım Teyzem, ekonominin daha hızlı gelişmesinden, yatırımdaki, üretimdeki, istihdamdaki artıştan, azıcık da olsa nasibini alacaktı. Ayşe Hanım Teyzemin yaşamı bir günde değişmeyecek, birdenbire geliri artmayacak, hayat onun için daha ucuz, daha kolay hale gelmeyecekti ama, ekonomide ve sosyal yapıdaki iyiye gidişin zevkini yavaş yavaş almaya başlayacaktı.
Ayşe Hanım Teyzem, merak ediyor. "AB’ye gireceğiz diye, bu kadar mevzuat değişti bu kadar çaba gösterildi. Şimdi bunlar boşa mı gidecek?" Hayır, boşa gitmeyecek.

Türkiye farklı olmanın avantajına sahip
Bir yandan IMF programına dayalı değişimler, öte yanda AB’ye uyum yasaları ile Türkiye’de yeniden bir yapılaşma var. Bu yeniden yapılaşma, Türkiye’nin küreselleşmenin yıkıcı etkilerine karşı daha dirençli olmasını sağlıyor. Yapısal değişim, sadece IMF ve AB istediği için önemli değil. Türkiye’nin çağdaş bir ülke olması bakımından da çok önemli. Zaten Türkiye çağdaş bir ülke olursa, güçlü bir ekonomiye sahip olursa, insan hakları, demokrasi yolunda ilerleme sağlarsa, AB üyesi olmuş, olmamış ne yazar?
Ayşe Hanım Teyzemin kafasını kurcalayan bir soru daha var: "Avrupalılar bizi Müslüman olduğumuz için mi AB’ye kabul etmiyorlar?" Din farkı, bugüne kadar belki bir engeldi ama bundan sonra Türkiye’nin Müslüman olması bir avantaj teşkil etmeye başladı. Müslüman Türkiye, Hıristiyan AB topluluğunun içinde farklı olmanın avantajını kullanacak gibi görünüyor. Çünkü, AB ülkelerinde zaten 20 milyon Müslüman yaşıyor. AB’ye üye ülke hükümetlerinin, hem kendi ülkelerindeki Müslümanlarla hem de dünya Müslümanlarıyla barışık olması gerekiyor. Aksi halde bir medeniyetler çatışmasından korkuluyor. Ülke halkının çoğunluğu Müslüman olan Türkiye’nin bu ayrıcalığına dayalı olarak AB içinde yer alması, olası bir medeniyetler çatışması tehlikesini yok edecek önemli bir faktör olarak değerlendirilecek.
Bütün bunları, Ayşe Hanım Teyzem dinliyor, dinliyor ama gene de, tatmin olmuyor. Bunda da haklı. Sadece o değil, hepimiz bekleyeceğiz. Bazı şeylerin ne olduğunu, ne olacağını, yaşayarak görüp öğreneceğiz.