Ben İstanbul’da yaşıyorum. Son kriz doğrudan ve daha çok dolaylı olarak beni çok mu çok etkiledi. Etkiliyor. İşini kaybeden tanıdıklarım tanımadıklarım, çöken küçük ve büyük işyerleri, aşı ile birlikte ümidini de yitiren çevrem nedeniyle endişeliyim. Krizden başka şey düşünemiyorum.
Geçen hafta sonu Ankara’ya gittim... Gazetecisi, politikacısı, iş sahibi, memur, akademisyen... Her rastladığım her Ankaralıya "Öldük, bittik... N’apcaz acaba?" diyerek ağlaştım. Bekledim ki, karşımdaki Ankaralı da aynı endişeyi benimle paylaşsın... Ama hayret... Ankaralılar krizin ekonomik boyutunu hiç mi hiç umursamıyor. Sadece politik boyutu ile ilgileniyor. Sanırsınız ki, ekonomik kriz Ankara’ya uğramamış.
Ankara’da yaşayanların gelir kaynağı devlet bütçesi. Memurlar maaş alıyor. Maaşları az ama, iş güvenceleri çok. İşlerini kaybetme endişeleri yok. İşyerlerinin batma, kapanma derdi yok. Kriz, çıkınca, enflasyon gelince gelirleri daha da düşüyor ama, bir süre sonra maaş ücret ayarlaması ile düzeltme yapılıyor. Memur ve işçiler dışındakiler devletle iş yapıyor. Devlete mal satıyor. Devlete bina, baraj, yol yapıyor. Paralarını gecikerek de olsa dolara endeksli alıyor...
Ankara’nın krizin boyutunu anlayamamış olmasının şaşkınlığı ile İstanbul’a dönünce Ege Cansen’e "İstanbul mu krizi abartıyor, Ankara mı farkında değil?" diyerek sual eyledim. O da bana Asaf Savaş Akat ile Zekeriya Yıldırım’dan iki farklı yorumu nakletti.
Asaf Savaş Akat’ın yorumuna göre, "Bu kriz İstanbul’un krizi". Çünkü bu kriz önce İstanbul’u vurdu. Ankara ve Anadolu "belki daha gecikmeli" olarak, ama "mutlaka daha az" etkilenecek.
Bu krizden bankalar, borsa, ithalatçılar, ihracatçılar, basın sektörü, reklam sektörü etkilendi. Bu kesimlerin merkezleri İstanbul’da. Bu kesimlerde firmalar çöküyor. Çalışanları çıkarıyor. Ücret azaltıyor. Finans ve ekonomi merkezi olarak İstanbul’daki yaşamda dövizin ağırlığı fazla. İşlemlerin yarıdan çoğu dövize dayalı hale gelmiş durumda. Bu nedenle dövizdeki hızlı fiyat artışı hem kurumları, hem yaşayanları etkiledi. İşveren ve çalışanların gelirindeki, harcamalarındaki gerileme hemen İstanbul piyasasını, tüccarını ve esnafını vurdu.
İstanbul’da olup biteni yaşamayan, gelip görmeyen, sadece gazetelerden ve TV ekranından izleyen Ankara, krizin abartıldığını sanıyor.
Zekeriya Yıldırım’ın yorumu da ilginç. Yıldırım’a göre, kriz yaratıp İstanbul’u, daha doğrusu üretici kesimi çökerten Ankara’dır. Türkiye’nin gelişmesi üretici kesimin, katma değer yaratan kesimin büyümesi. Bu kesimdeki istihdamın artması.
Fakat üretici kesimin, katma değer yaratan kesimin, üretime dönük istihdamının artması mümkün olamıyor. Çünkü Ankara, devlet bütçesinden beslenen memur ve işçiler ile işverenlere para ödemek için, reel kesimin kaynaklarına giderek daha fazla el koyuyor. Bu tabloda üretime dönük yapı ve istihdam büyüyecek yerde küçülürken, üretime hiçbir katkısı olmayan Ankara’nın devlet bütçesinden beslenen memur, işçi ve devlet müteahhidi kesimi ağırlık kazanıyor.
Türkiye’nin fakirlikten kurtulmasının yolu Ankara’nın küçülmesi, devlet bütçesinin küçülmesi, devlette çalışanlar ile devlete iş yapanlarının sayısının azalmasıdır. Halbuki bunların sayısı azalmıyor, artıyor. Devlet bunları besleyecek parayı bulamadığından kriz çıkıyor. Kriz çıkınca, bunların sayısında, bunların gelirinde hiçbir azalma olmuyor. Üretici kesim çöküyor. Üretime katkıda bulunan işçiler işlerini kaybediyor. Ankara krizin çözümü için üretici kesimi güçlendirmeyi düşünecek yerde, devlet bütçesine başka kaynaklar bularak, bu bütçeden beslenen memur, işçi ve müteahhitlerin krizden etkilenmemelerinin yolunu arıyor.
Sayın okuyucularım bu görüşlere katılırsınız katılmazsınız... Onu bilemem. Ama benim gördüğüm, bildiğim bir şey var. Ankara krizin boyutunu anlayamıyor. Anlaması da çok güç.