Çiçek Bar’a, ‘Ahu Tuğba’yı görmeye giderdim.... Yağlıboya tabloda Ahu Hanım ‘cıbıl’ vaziyette, gerçeğine yakın boyutta, boyu boyunca uzanmış yatıyordu... Ömer Uluç’un imzasını taşıyan bu kocaman renk ve fırça cümbüşü uzun süre Çiçek Bar’ın duvarını süsledi. Müşterileri heyecanlandırırdı. Ahu Hanım’ın tablodaki “davetkârane” bakışlarının Çiçek Bar’ın müşteri sayısını artırdığını, müşterilerin oturma ve tüketim sürelerini uzattığını düşünürdum... Bir gün, ”sigara dumanından tablo rezil oluyor” diyerek Ömer Uluç tablosunu aldı götürdü. Çiçek Bar “Ahu’suz” kaldı..
Ben gene de fırsat buldukça Çiçek Bar’a uğruyordum. Ama önceleri hemen her müşteri ile selamlaşırken, son zamanlarda,salonu dolduranlardan selam verecek tek bir kişiyi bulamaz olmuştum. Çiçek Bar’ın müşteri profili değişmişti.
Geçen hafta Milliyet’deki köşesinde Ali Eyüboğlu , “Çiçek Arif”in (Arif Keskiner) Çiçek Bar’ı bırakıp gittiğini yazdı..
Çiçek Bar’ı kuran ve işleten, Nalbant Hasan’ın oğlu Arif Keskiner,(1938) küçük yasta, taaaa... Adana’nin Osmaniye ilçesinden yola çıkmış. Ekmek parasi kazanmaya İstanbul’a gelmişti...
Ömer Uluç Rumelihisarı’ndaki stüdyosunda Ahu Tuğba tablosunu yaparken.
Nalbant Hasan’ın oğlunun hikayesi
Çok kimse onu “Komünist Arif” diye bilir. Öğrenci iken, kurulduğunu duyduğunda üye olmak için TIP’in kapisini çalan Arif, kurulu düzene isyanını şöyle anlatır:
“Babam nalbant olmamı istiyordu. Annemin baskısıyla beni ortaokula göndermeye mecbur kaldı. Ortaokula başlayalı bir ay olmuştu. 29 Ekim benim ortaokuldaki ilk bayramımdı. Üstümde annemin ördüğü kazak okula gittim. Avluda toplandık. Müdür geldi. Törenin yapılacağı Cumhuriyet Meydanı’na gitmeden önce sınıfları teftiş edecekti. Tek tek bütün öğrencileri gözden geçirdi. Beş çocuğu öne çıkardı. Bunlardan biri bendim. Utanmıyor musunuz bu kıyafetle bayrama katılmayaÖ Defolun’ dedi. Birer de tokat çaktı. Kovdu bizi... O zamanlar ortaokulda 225 kisi önünde kıyafetsizlikten kovulmanın fukaralık ile zenginlik arasında basit bir mesele olduğunu düşünerek üzerinde fazla durmadım. Özünde herkes çıplak doğuyordu. Ama doğar doğmaz sınıfsal bir ayrım başlıyordu... O, alın yazısı oluyordu sanki... Bunun bir yerde yanlışlığı olmalıydı...” (Çiçek Gibi, Doğan Kitap, Şubat 2002)
Arif, İstanbul’da hem çalıştı, hem okudu. Yüksek tahsilini tamamladıktan sonra yayınevi müdürlüğü , Türkiye’de ve İsveç’te gazetecilik yaptı. Sonra üç arkadaşı ile “Ekta Film” şirketini kurdu. Kafasını, ülkeyi tanıtacak dökümanter film yapma işine takmiştı. Bu iş yürümedi. TRT için “Bay Alkolü Takdimimdir” adlı diziyi çekti. Diziden para kazandı. Kazandığı para ile de 1984 yılında Çiçek Bar’i açtı.
Taksim’den Sıraselviler’e giden ana yolun arkasındaki Billurcu Sokak’ta bir binanin kapısında “Sinema Sevenler Kulübü” diye bir levha vardır.. .. İşte orası “Çiçek Bar” dır. “Sinema Sevenler Kulübü” ile “Çiçek Bar” arasındaki ilişki ne? diye soracaksınız...
Arif Keskiner’in Çiçek Bar’ı her gelene açık bir bar değildi... Arif Keskiner’in gerçek sinema seven dostlarını biraraya getirmek için işlettiği bir yerdi. Onun için buraya derneğin üyeleri ile onlarin misafirleri, dostları kabul edilirdi...
Müesseseleri yaşatamıyoruz
Arif Keskiner hemen her aksam Çiçek Bar’da idi... Misafirlerin hemen tamamını tanır, Onlarla sohbet ederdi...
Çiçek Bar’ı dolduranların büyük çoğunluğu sinema sektöründendi. Oyuncular, prodüktörler, rejisörler, teknisyenler... Basın-yayın-reklamcılık sektöründe çalışanlar. Sanat çevreleriyle yakınlığı bulunanlar... Ve de onların arkadaşları, dostları.
Çiçek Bar’ın çalışanları Safa Onay, Rıza Ballıkaya, Cafer Can, Mustafa Can, Şanlı Aslan, Esat Yağız, Erdal Dağdır, Salih Karapınar Arif Koşar Mehmet Yücel ,Çiçek Bar’ın “havasını hava yapanlardı. Müşterilere isimleriyle hitap eder. Her müşterinin ne içeceğini ne yiyeceğini bilirlerdi.
Salonun duvarlarinı Arif Keskiner’in filmlerine sinema afişleri süslerdi. Kapının yanında “Piano Piano Bacaksız”ın kocaman afişi asılıydı. Arif Keskiner yapımı olan bu film en iyi yabancı film dalında Oscar’ın aday listesine girmişti.
İstanbul’da benzeri olmayan Çiçek Bar, 27 yıl yaşayabildi. Denilebilir ki, o küçük bir topluluğa hitap eden bir kulüp idi. Müşterilerinin bazıları öldü,çoğu yaşlandı. Yeni gelenlerin arayışı farklı idi. Çiçek Arif de işte bu nedenle Çiçek Bar’ı bırakıp gitti..Diyecek bir şey yok. Ama gene de sormadan duramayacağım. Bu tür müesseseler başka ülkelerde yıllarca yaşıyor da, neden biz de ömürleri kısa oluyor?