Cuma sabahları rahmetli babam beni uyarırdı: "Oğlum, akşama evine dönerken otomobilinin benzinini doldur. Evinizde şeker, çay, pirinç yoksa bakkala uğra... Onları da al. Mutfak dolabına koy... Cumartesi, pazar ne olur ne olmaz... Hükümet ya zam yapar, ya malları karneye bağlar..."
Bunlar çok çok eskiye ait hatıralar değil. Unutmayınız... 1979'larda Ecevit iktidarında benzin karneye bağlanmıştı. Margarin yağında, pirinçte, ampulde ve tüpgazda hem karaborsa hem de kuyruk vardı.
Çünkü birçok malın fiyatında ve de dövizin fiyatında "narh" vardı... Memduh Hoca (Prof. Memduh Yaşa) der ki, "Bu ülkede ekmek ve gazyağı gibi malların kıtlığı yaşandı ama 'altın veya elmas' kıtlığından kimse yakınmadı. Çünkü ekmekte, gazda 'narh' vardı. Altına, elmasa narh koymak kimsenin aklına gelmedi."
Meşhur 24 Ocak Kararları sayesinde 1980'lerin ortasında "serbest piyasa ekonomisi"ne geçtik. Mallar ve hizmetler üzerindeki (narh) fiyat kontrolü kalkınca "mal piyasaları" çalışmaya başladı. Mal kıtlığı, kuyruk, karaborsa unutuldu.
Ama döviz ve faiz üzerindeki kontrol (veya "kontrol" demeyelim de "müdahale" diyelim) devam ettiği için bu defa halkımız başka tür "endişe/korku" içine girdi: "Enflasyon patlayacak - Döviz bitecek - Kriz çıkacak - Devalüasyon olacak - Tasarrufunu Türk lirasına bağlayanlar yanacak - Döviz borcu olanlar batacak - Parasını dövizde tutan kazançlı çıkacak!.."
Türk halkı 1980'li yılların ortalarından beri, son yirmi yıldır, bu endişe, bu korku ile yaşıyor. Bu nedenle halkımız "pozisyon" değiştirmekten, parasını oradan buraya, Türk lirasından dövize taşımaktan perişan oldu.
Halkımız faiz, kur, enflasyon, devalüasyon haberi izlemekten üretime ve daha ötesi mutlu yaşama vakit bulamıyor.
Halkın (1) Kriz ve devalüasyon beklentisinden kurtulabilmesi gerekiyor. (2) Paranın faizden, üretime yönelebilmesi buna bağlı. İşte buna da "ekonomide istikrarın tesisi" veya "stabilizasyon" deniliyor.
İstikrar programının başarıya ulaşabilmesi için halkın, (1) Enflasyonun aşağıya çekilebildiğini görmesi, (2) Dövizin fiyatının enflasyon kadar artmayacağına, buna rağmen dövizin bitmeyeceğine inanması gerekiyor. (3) Döviz fiyatının enflasyon kadar artmamasına rağmen, dövizin bitmediğini, devalüasyona gerek kalmadığını görmesi gerekiyor.
"Olmaz - imkansız", denilmesine rağmen enflasyon yüzde 20'ler dolayına çekildi. Döviz fiyatının enflasyon kadar artmamasına ve de dolar fiyatının aylardır 1 milyon 400 binlerde dolanmasına rağmen, döviz bolluğu devam ediyor. Bu gelişmeler halkımızın kafasının yavaş yavaş değişmesine imkan veriyor. Kriz, döviz kıtlığı, devalüasyon ve yüksek faiz bekleyişlerini yok ediyor.
Yirmi yıllık inanışların kısa sürede değişmesi zor... Ama Merkez Bankası enflasyonu indirmede, döviz kurunu tutmadaki becerisini bir süre daha devam ettirebilir ise, çok şey değişebilir.
Merkez Bankası'nın önünde iki büyük "tuzak" var: (1) Ucuz döviz nedeniyle ülkenin döviz hesabındaki (cari işlemler hesabındaki) açık büyüyor. (2) Reel faiz oranları hala aşağı çekilemiyor. Aylık enflasyon sıfır dolayında iken, Merkez Bankası bankaların gecelik fonlarına hala yüzde 2.5 oranında faiz ödüyor. Yüksek faiz iç borç stokunun küçültülmesine ve de kredi faizlerinin ucuzlamasına imkan vermiyor. Enflasyonun gerilemesine rağmen kredi faizinin yüksekliği nedeniyle yatırımda, üretimde, istihdamda beklenen iyileşme gerçekleşemiyor.