Tasarruf denilen şey "ertelenen tüketim"dir. İnsanlar değişik nedenlerle ellerine geçen paranın tamamını hemen harcayıp bitirmez. İnsanlar "yarın ne olacak" endişesi ile tüketecekleri paranın bir bölümünü bir köşeye ayırır. Ev almak, otomobil almak, kız - oğlan evlendirmek için gelirlerinin tamamını tüketmeyip, bir köşede biriktirir. Veya "faizin, kar payının, borsa gelirinin" cazibesinde, gelirlerinin tamamını tüketmeyip mevduat hesabı açar. Repo yapar, hisse senedi satın alır.
Yirmi yıl süren enflasyon döneminde faizler, repo gelirleri o kadar cazip rakamlara ulaştı ki, insanlar gelirlerinin önemli bölümünü tüketmeyip, faize yatırmaya başladı.
Faizin yüksekliği tüketimi erteletme alışkanlığını getirdi. İnsanlar "peşin para ile televizyon, buzdolabı, otomobil alacağımıza, ev yaptıracağımıza parayı faize yatıralım... Faiz geliri ile ileride daha çok şey alırız" havasına girdi.
Böyle bir alışkanlık sürüp giderken, beklenmedik bir şekilde ve kısa sürede faizler düştü. Yüzde 100'ler dolayındaki net faiz geliri yüzde 25'lere, yüzde 30'lara geriledi.
İnsanlar bir süre olan biteni anlayamadı... Ama gördüler ki, bu işin şakası yok. Bu böyle sürüp gidecek. Para eskisi gibi yüzde 100 dolayında faiz getirmeyecek.
Faizin cazibesinde "ertelenen (geriye bırakılan) tüketim harcamalarını yapmaya başladılar.
Madem ki para faiz getirmiyor, bankada, repoda duracak yerde kaç yıldır alamadığımız televizyonu, buzdolabını alalım, otomobili yenileyelim demeye başladılar.
İşte bunun içindir ki, "bir zamanlar yaprak kıpırdamayan piyasada, yapraklar kıpırdamaya başladı". Piyasa yavaş yavaş canlanır gibi oldu.
Önce beyaz ve kahverengi eşya satanlar, sonra otomobil satanlar, derken giyim eşyası satanlar "ağlaşmayı" kesti.
Bu gelişmeyi 2 noktadan değerlendirmek gerekir:
(1) Piyasayı kıpırdatan, canlanan talep, orta ve üst gelir grubundaki insanlardan gelen, parasını faizden çözecek güçte olanlardan gelen taleptir.
(2) Piyasaya para akıtanların gelir grubunun özelliği ve talebin yapısı, bu talebi karşılayanların geciken zamları yaparak fiyatları artırmalarına imkan vermektedir. Bu yüzden fiyatlar beklenenin üzerinde artmaktadır.
Şimdi bu 2 noktada toplanan gelişmelerin "perde arkasını" anlatayım.
(1) Merkez Bankası eskisi gibi para basmıyor. Hükümet bütçe dengesini tutturmak için para harcamıyor. Memurların ve işçinin 2000 yılı ücret zamları sınırlı tutuldu. Tarım ürünlerine hükümetçe biçilen fiyat ve yapılan ödemeler enflasyon hedefine uygun.
Böyle bir tabloda, işçinin, memurun, köylünün harcamalarında artış olması imkansız. Tam tersine, ellerine geçen para ile geçen yıl aldıklarını alamaz durumdalar.
Açık anlatımıyla memurun, köylünün, işçinin, emeklinin talebi patlatması, yaprakları kımıldatacak şekilde piyasaya para üflemesi imkansız.
Piyasaya giren para, orta ve üst gelir grubunun faizden çözülen parasıdır.
(2) 1999 yılını kötü geçiren, talep yokluğundan maliyet artışını fiyatlara yansıtamayan üretici için talebin uyanması bir fırsat yaratıyor. Talep uyandıkça geciken zamlar fiyatlara bindiriliyor.
Piyasadaki talebin kaynağı orta ve üst gelir gruplarının faizden çözülen parası olduğu için ve bu talebin sahipleri hem konumlarının hem de paranın kaynağının özelliği nedeniyle fiyat artışlarından memur, emekli, işçi, köylü kadar kötü biçimde etkilenmedikleri için, fiyat artışlarına tepki göstermiyor. Yüksek fiyatı kabulleniyor. Onlar kabullenince de fiyat piyasaya yerleşiyor.
Sayın okuyucularım, işte bayram öncesi piyasanın durumu budur.
Yazara E-Posta: guras@milliyet.com.tr