Türk ekonomisindeki tüm sorunların iki kaynağı var: (1) İç açık, (2) Dış açık. İçeride devletin gelirleri giderlerini karşılamıyor. Türk lirası açığı var. (2) Dışarıda döviz geliri, döviz giderini karşılamıyor. Döviz açığı var.
Bu açıklar iki şekilde kapatılabilir: (1) Üretim artırılır. Üretim artınca halkın geliri artar. Halk daha çok vergi öder. Devlet daha çok gelir elde eder. Türk lirası açığını kapatır. Üretim artınca dışarıya satılabilecek mal artar. İhracat geliri çoğalır. Döviz açığı kapanır. (2) Üretim artırılamaz. Üretim artmayınca halkın geliri artmaz. Tersine azalmaya başlar. Devlet harcamalarını kısmak zorunda kalır. Bütün hizmetlerini durdurur. Fakirlik hızla yayılır. Hem halk, hem devlet harcamaları giderek kısar, eskisinden daha kötü şartlarda yaşama rıza gösterir. Türk lirası açığı büyümez. Öte yanda yatırımlar duracağından dışarıdan makine ve hammadde ithalatı azalır. İnsanlar ithal malı kullanacak para bulamaz. Döviz harcamaları azalır. Ama ihracat da gerileyeceğinden döviz açığı tümü ile kapatılamaz. O zaman ülke dışarıda "dilenmeye" başlar. Bir milyar dolar oradan, iki milyar dolar buradan gelecek "yardım" ile döviz açığının kapatılmasına çalışılır.
Fakirleşerek iç açığı, dilenerek dış açığı kapatmak istemeyen ülke üretime yönelir.
İç açık da, dış açık da üretememenin yarattığı sorunlardır.
Türk halkı üretemiyor. Türk halkının üretememesinde halkı üretime yöneltmeyen Ankara'nın sorumluluğu vardır ama, "tüm sorumluluk" Ankara'dadır, halkımız "bigünahtır" denilemez.
(1) Halkımız çalışmıyor. (2) Halkımız üretmiyor.
Çalışmak demek, sabah ezanı ile evden çıkıp, dolanıp dolanıp, gece yarısı eve dönmek demek değildir. Çalışmanın ölçüsü ortaya konulan üretimin değeridir.
"Efendim ben sabah ezanı ile kalkıyorum, gece yarısına kadar soba borusu yapıyorum. Dükkanın içi soba borusu doldu. kimse almıyor."
Vatandaş sen boşuna çalışıyorsun... Soba borusunun modası geçti. Soba borusunu içeride satamazsın, yurtdışında hiç mi hiç satamazsın.
"Efendim ben sabah ezanı kalkıyorum. Gece yarısına kadar fındıkların altını çapalıyorum. Fındık para etmiyor."
Vatandaş sen boşuna çalışıyorsun. Madem ki fındık para etmiyor, sen içeride ve yurtdışında talebi olan bir malı üreteceksin.
Bu örneklerde görüldüğü gibi halkımızın çalışması da boş, üretimi de boş...
Günümüzde üretmenin ölçüsü, üretilen malın dünya pazarında kalite ve fiyatı ile alıcı bulmasıdır.
Günümüzde çalışmanın ölçüsü, dünya pazarında kalite ve fiyatı ile alıcı bulacak malı üretebilmektir. Bunu gerçekleştirebilecek verime ulaşabilmektir.
(1) Üretmek şart. (2) Sadece üretmek yetmiyor. Üretilen mal veya hizmetin dünya pazarında talebi olan bir mal veya hizmet olması ve de kalite fiyatı ile rakiplerinin önüne geçebilmesi gerekiyor. Halk bu tür bir üretim sürecine giremedikçe ne halkın geliri artar, ne de devletin geliri artar. Ne devlet vergi toplayarak iç açığı kapatabilir, ne de ülke dışarıya mal satarak döviz kazanabilir, dış açığı kapatabilir.
Üretimi artırmadan iç açığı kapatmanın yolu "fakirleşmek", dış açığı kapatmanın yolu "dilenmektir".
2001 yılında Türkiye'nin gündeminde üretim artışı olmadığına göre Türk halkı bu yılı fakirleşerek ve dilenerek geçirecek demektir.
Sayın okuyucularım yeni yılın ilk günlerinde "maşallah ve inşallah edebiyatı" ile sizleri "uyutmak" istemedim... Ne yazık ki "gerçek acı"!..