Washington
Brookings Enstitüsü’ndeki toplantı bittikden sonra Başbakan Erdoğan enstitünün bahçesinde Türk gazetecilerle söyleşi yaptı. Brookings Enstitüsü’nün Türkiye masasının Amerika’lı sorumlusuna, ‘Başbakan’ın konuşmasını nasıl değerlendirdiniz?’ diye sordum. “Konuşma salondaki Türk burjuvazisine ve Türk medyası aracılığıyla Türk kamuoyuna dönük bir konuşma idi” dedi.
Sonra ekledi: “Konuşmayı izleyen Türk burjuvazisinin Başbakan’a ilgisinden etkilendim. Bu bir güçtür. Çünkü her iktidar kendi burjuvazisini yaratmak ister. Bunda da çok kere başarılı olamaz. Burjuvazinin sayısından öte temsil ettiği parasal güç, üretim ve istihdan gücü de önemli.”
Brookings Enstitüsü, Washington’da bulunan çok sayıdaki düşünce kuruluşlarının önde gelenlerinden biri.
Başbakanın morali iyi
Başbakan’ın toplantısında bu geleneksel dinleyici ve izleyici kadro yoktu. Az sayıda yabancı vardı. Salonun tamamı gerçek anlamı ile “lebalep” dolu idi. Konuşmanın içeriği dikkate alınarak, yabancı davetli sayısı sınırlandırılmış olmalı.
Brookings konuşmasında ilgimi çeken belli bölümlere dikkatinizi çekmek istiyorum. Başbakan, “Son onbuçuk yılın, demokrasinin, özellikle de millet egemenliğinin güç kazandığı, ileri standartlara kavuştuğu, geri dönülemez kazanımların elde edildiği bir dönem olduğunu” söylüyor.
‘Kadim devlet’ geleneğimiz var
Türkiye’nin çevre ülkelerde olan bitenlere yakın ilişkisinin nedenlerini ise şöyle anlatıyor: “Türkiye Cumhuriyeti, 1923 yılında oldukça eski bir devlet geleneğinin, kadim ve zengin bir medeniyet birikiminin temelleri üzerine inşa edildi. Tarih boyunca çok sayıda devlet kurmuş olmakla birlikte Selçuklu ve Osmanlı devletleri, Türkiye’nin şekillenmesinde en etkili devletler oldu. Türkiye’nin bu kadim devlet geleneğiyle bölgesindeki diğer birçok ülkeden çok farklı bir konumda olduğunu özellikle hatırlatmak isterim. Bölgesel ve küresel sorunlar karşısında Türkiye’nin refleksleri aslında bu tarihi birikim ve tecrübenin eseri olarak ortaya çıkmaktadır.
Osmanlı döneminde yaklaşık 600-650 yıllık bir sürecin içinde 20 milyon kilometrekarelik bir alanı kapsayan Türkiye’nin 1. Dünya Savaşı’nın ardından 780 bin kilometrekarelik bir alana sıkıştı. Filistin meselesi, Osmanlı’nın yıkılmasının ardından ortaya çıkmış bir meseledir. Bu boyutuyla Filistin konusu yeni Türkiye’yi de çok yakından ilgilendirmektedir. ‘Size ne?’ diyenlere aslında cevap burada yatmaktadır.”
1920’de kurulan ilk Meclisimiz Türkiye’nin tüm renklerini, tüm etnik unsurlarını, tüm farklılıklarını içinde barındırıyor; ahenk içinde bir araya getiriyordu. Atatürk, farklı etnik unsurlara dikkat çekmek için, “Meclis-i âliyeniz aslında İslami unsurların bir araya gelişidir” ifadesini kullanmıştı. “Atatürk, hem etnik hem dini olarak çok farklı gruplar birlikte yaşama tecrübesinden yola çıkarak ortak bir hedef, ortak bir gaye etrafında birlikte mücadele verdi” diyerek Erdoğan, bugün uyguladığı politikalarla Atatürk’in uyguladığı politikalar arasında köprü kurdu.