Düşmez kalkmaz bir Allah... Gelir düşer, talep düşer, sonunda enflasyon da düşer. Düşme deyimi, "izafi/göreceli" bir durumu anlatır.
Toptan eşya fiyatı ocak ayında yüzde 4.2 oranında artmış iken, şubat ayında yüzde 2.6 oranında artmış ise, "enflasyon düştü" denilir. Şubat ayında toptan eşya fiyatları 2000 yılında yüzde 4.1 oranında artmışken, 2001 yılında yüzde 2.6 arttığında 2001 yılı Şubat enflasyonu "bir yıl önceye göre düştü" denilir. Ama 2002 yılı Şubat ayında da toptan eşya fiyatları artış oranı yüzde 2.6 ise (bu pencereden bakıldığında, yani "izafi/göreceli" anlatım ile) şubat ayı enflasyonu geçen yılın enflasyonu ile aynı yükseklikte şeklinde değerleme yapılır. Tekrar başa dönelim. Enflasyon hep tırmanmaz. Düşer de. Nasıl düşeceğini anlatayım.
(1) Maliyet enflasyonu aşağıya iner.
(2) Talep enflasyonu aşağıya iner.
Maliyet enflasyonu denilen şey, bir mal veya hizmetin fiyatını oluşturan "katma değer" yapısının değişmesidir. (Dikkat buyurunuz "Katma Değer Vergisi" değil, "katma değer yapısı".)
Katma değer denilen şey, bir mal ve hizmetin "çıktı fiyatı ile girdi fiyatı arasındaki farktır." Bir başka ifade ile, "üretimin her safhasında üretime katılan faktörlerin o mal veya hizmete ekledikleri değerdir." Bir mal ve hizmetin üretiminin her safhasında 4 üretim faktörü üretime katkıda bulunur ve katkısının karşılığını tahsil eder. (1) "Doğa" üretime katkıda bulunur, karşılığında "kira - rant" alır. (2) "Emek" üretime katkıda bulunur, karşılığında "ücret" alır. (3) "Sermaye" üretime katkıda bulunur, karşılığında "faiz" alır. (4) "Müteşebbis" üretime katkıda bulunur, karşılığında "kar" alır. Eğer kirayı azaltırsanız, ücreti kısarsanız, faizi aşağıya çekerseniz müteşebbisin karını küçültürseniz, katma değer de küçülür. Bir mal veya hizmetin çıktı fiyatı ile girdi fiyatı arasındaki farklar azalır. Tersi olur ise, fiyat artar "maliyet enflasyonu var" denilir.
Gelelim talep enflasyonuna. Normal ve sağlıklı gelişme, üretim artışına dayalı olarak gelirin artması, artan gelir nedeniyle talebin büyümesidir. Bu tür talep artışı fiyat artışına (enflasyona) neden olmaz.
Talep enflasyonu denilen şey, talebi yaratan parasal büyüklüğün, mal ve hizmet üretiminden daha fazla olmasından ortaya çıkar. (Basit anlatımıyla 1 ekmek üretilirken halkın cebinde 1 lira var ise, 1 ekmek 1 liraya satılır. 1 ekmek üretilirken halkın cebine 2 lira konulur ise ekmeğin fiyatı 2 lira olur. Ekmek fiyatını tekrar 1 liraya düşürmenin iki yolu vardır: Ya, 1 yerine 2 ekmek üretilir. O zaman 2 ekmek 2 liraya, 1 ekmek 1 liraya satılır. Yahut halkın cebindeki 2 lira, 1 liraya indirilir. 1 ekmek 1 liraya satılır.)
Bu açıklamalardan sonra, Türkiye’deki "manzara - i umumi"yeyi gözden geçirelim:
(1) Kiralar düştü. İşçi ücretlerine zam yapılmıyor. İşçilik maliyeti aşağıya çekildi. Kredi hacmi daraldı, faiz göreceli olarak geriledi. Müteşebbis kardan vazgeçti. Yaşamı sürdürme arayışında. Dünyadaki durgunluğa dayalı olarak hammadde, ara malı girdileri fiyatları, dövizdeki gelişmeye bağlı olarak döviz fiyatı da maliyetleri zorlamıyor.
(2) IMF destekli istikrar programı gereği para tabanı sıkı kontrol altında. Mal ve hizmet arzından daha büyük miktarda para basılmıyor. Talep enflasyonuna imkan yok. Bu şartlar böyle devam ettikçe, fiyat artışları için öngörülen yüzde 40’lık hedef gerçekleşebilir bir hedeftir. Ancak burada "stratejik" bir seçim yapmak durumundayız:
(1) Enflasyon bu sayede düşüyor diyerek küçülmeyi, halkın fakirleşmesini, işsizliği içimize sindirecek miyiz?.. Bu küçülmeyi, daha ne kadar sürdürebileceğiz? (2) Yoksa bu durumun sürdürülemez bir durum olduğunu kabul ederek, başka arayışlara girecek miyiz?.. Ara çıkış yollarını düşünmediğimiz, kör gözüm parmağına inatla küçülmede ısrar ettiğimiz için, ilk patlamada "cıvıyarak" tekrar başa mı döneceğiz?
Bugün tartışılması, planlanması gereken durum budur. Bunu IMF’den beklemeyelim. Bunu bizim yapmamız lazım.