Güngör Uras

Güngör Uras

guras@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Sir Henry Tate (1819 - 1899) İngiltere’nin en büyük şeker fabrikatörü imiş. Küp şekeri keşfetmiş. Şeker zengini olunca 1870 yılından sonra İngiliz, Avrupa sanatçılarının resimlerini ve heykellerini toplamaya başlamış. Sonra da bunları sergilemek için bir müze binası yaptırmak istemiş. Millibank Hapishane binası, neoklasik şekilde müze olarak düzenlenmiş "Milli Galeri" olarak halka açılmış. Tate’in bıraktığı finansal imkanlarla 1954 yılına kadar faaliyetini sürdüren müze, daha sonra ek finansman kaynakları ile güçlenmiş. Bağımsız bir sanat merkezi halinde büyümeye başlamış. 1988 yılında Liverpool’da bir şubesi açılmış. 1993 yılında St. Ives’deki Tate Gallery binası tamamlanmış. 2000 yılında Londra’da eski kömür santralı binası yenilenerek Modern Tate Galerisi olarak faaliyete geçmiş.

Kömür santralında sergi
Londra’daki yeni, Tate Galerisi’ni gezdim. Nehir kıyısında 1947 yılında yapılan, kömür santralı binasını müzeye dönüştürmüşler. Kömür santralı binası zaten uyduruk bir bina değilmiş. Cambridge ve Oxford üniversiteleri kütüphanelerini ve de İngilizlerin kırmızı sempatik telefon kulübelerini çizen mimar, Sir Giles Gilbert Scoot’un eseri imiş. Kömürden elektrik üretimine son verilince, bina müzeye dönüştürülmüş. Yüksek tavanı, dev iç hacmi ile insanı etkiliyor. Modern Tate Galerisi’nde daimi koleksiyon yanında Amerikalı sanatçı Andy Warhol’un (1928 - 1987) ikiyüzü aşkın yapıtı sergileniyor.
Londra’ya göre ülkenin güney batısındaki yarımada şeklindeki uzantıya "Batı Cornwall" adı veriliyor. Bu yarımadanın en ucunda da "St Ives" isminde bir balıkçı kasabası var. Londra’dan karayolu ile altı saatte veya tren yoluyla üç saatte ulaşılabiliyor. St. Ives, denizin gel - gitine, dalgalarına, rüzgarına açık, nefis mi nefis bir balıkçı kasabası. İnsanlar buradaki otellere dinlenmeye gelirmiş. Yüz, yüzelli yıl önce işletmeye açılmış ve bugün aynı ailenin işlettiği otelleri var. İkinci Dünya Savaşı’nda Londra’nın bombardımanından kaçan sanatçılar burayı sanat kasabasına dönüştürmüş. Naif balıkçı ressamı Alfred Wallis, şehrin ününü artırmış. Daha sonra ünlü hanım heykeltraş Barbara Hepworth atölyesini St. Ives’e taşımış. Burada yaşamaya başlamış.
İşte bu şehrin deniz kıyısındaki eski gazhane binasını Tate Galery haline dönüştürmüşler. Gazhanenin silindir şeklindeki kocaman deposu, binanın ana bölümünü teşkil ediyor. Mimar Eldred Evans ile David Shalev’in çizimleriyle inşa edilen modern yapı 3.5 milyon İngiliz lirasına mal olmuş. Harcamaların yarısını St. Ives halkı karşılamış. Yarısı bağış olarak diğer şehirlerden toplanmış. Şimdi bu galeri St. Ives’e yerli ve yabancı sanat aşığı turistleri cezbediyor.

Paralı turist sanatla ilgileniyor
Devamlı koleksiyonu yanında müzede Sandra Blow isimli İngiliz hanım sanatçının yapıtları sergileniyor. Sandra Blow modern resim yapıyor.
Atölyesinde poliüretan köpüklerin tutuşması ile dumandan boğularak ölen Barbara Hepworth’un evi ve evine bitişik heykel atölyesi de müzeye dönüştürülmüş. Bahçesinde önemli heykelleri sergileniyor. Bunları yazmamın bir nedeni var. Biz Türkiye’de hala bir modern sanatlar müzesi kuramadık. Biz bir müzenin bir şehire neler getireceğinin farkına varamadık. Evet biz sanata önem vermiyoruz, sanattan hoşlanmıyoruz... Ama para kazanmak istiyoruz... Para kazanmak için de turistlerin gelmesini istiyoruz ya... Gelmesini istediğimiz turist sadece "Türkiş raki, göbek havası, döner kebap" ile tatmin olmuyor. Paralı turist sanat ile ilgileniyor. Farklı yerel sanatçıların yapıtlarını ve müzeleri görmek istiyor. Madem kendimizi düşünmüyoruz bari para için yabancıları düşünelim!..