Bir sevinç, bir neşe... Uluslararası Para Fonu’ndan beklenen 10 milyar dolarlık ek kaynakla birlikte 2004 yılı sonuna kadar sürecek yeni bir 3 yıllık stand - by anlaşmasının yürürlüğe girmesine kesin gözüyle bakılıyor!
(1) Türkiye, geçen 3 yılda IMF’nin sözünden çıkmadı. IMF ne dedi ise yaptı. Bu arada 2 krizin darbesini yedi. Ekonomi 3 yıl önceki çizginin gerisinde. Ülke 3 yıl öncekinden daha fakir.
(2) Türkiye 3 yılda IMF’den 18.1 milyar dolar, Dünya Bankası’ndan 6.8 milyar dolar, toplam 24.9 milyar dolar kredi imkanına kavuştu. Bu paraların kredi olduğunu unutanlar, para geldikçe bayram etti. Ama ortada para yok.
(3) Türkiye IMF’ye üç yıl daha teslim olur ise, 2002 yılında 11.1 milyar dolar daha kredi alacak ve de 5 milyar dolarlık ödemesi ertelenecek diyerek şimdilerde hükümet sevinçten uçuyor... Böylece 2002 yılında IMF ve Dünya Bankası’ndan sağlanan imkanlar 41 milyar dolara ulaşacak... İyi de... Bu paralar bu ülkeye ne iyilik getirdi?.. Kimin cebine girdi, girecek? Bu paraları bu halk daha sonra nasıl ödeyecek?
Hatırlayınız, ortalıkta fol yok, yumurta yok iken, Türkiye kendi isteği ile kafese girdi "dünyaya örnek olmak iddiası ile" döviz sorunu olmadan "IMF’ye teslim oldu." 1999 yılı başında başlayan "yakın izleme", yıl sonunda "stand - by"a dönüştü.
IMF güdümüne giren Türkiye ekonomisinin IMF’nin emir ve kumandasına uyması halinde iki yıl içinde:
İç borç sorununun çözülmesi,
Enflasyonun üçüncü yıl sonunda tek haneli rakama düşürülmesi,
Kamunun ekonomideki faaliyetlerinin azaltılması, kamu harcamalarının kısılması,
Ekonominin istikrarlı bir büyüme göstermesi bekleniyordu. Bu dönemde ortaya çıkacak 3.7 milyar dolarlık finansman açığı da IMF tarafından karşılanacaktı. Geliniz görünüz ki, Türk ekonomisi IMF güdümünde iken 2 büyük krizin tokadını yedi. 3.7 milyar dolarlık finansman ihtiyacı o kadar büyüdü ki, zararın faturası öde öde bitmiyor. 25 milyar dolar yetmedi. IMF ve Dünya Bankası’nın desteği şimdi 41 milyar dolara tırmanıyor.
Sayın okuyucularım, "eğri oturup doğru konuşalım"... Bu durumda, "IMF elinden geleni yapıyor, biz ona yardımcı olamadık... Telekom krizi çıkmasa idi... Dervişin her dediği yapılsa idi..." şeklinde günahları üstlenmeye kalkmayalım... Şöyle de olsa, böyle de olsa bu ülkenin bürokrasisi var. Hükümeti var. Partileri var. Bakanları, bürokratları var... Kamuoyu var. İyi niyetlisi, kötü niyetlisi, komünisti, sağcısı ve yağcısı var... Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir ülkede "tak diye IMF emrediyor, şak diye emri yerine geliyor" uygulaması yok... Biz herhalde yumuşak başlılıkta, emre uymakta en "uslu" ve "örnek" ülkeyiz. Gecikildi, mecikildi ama bugüne IMF’nin her isteği yerine getirildi. IMF ile 3 yıl daha anlaşılacak. IMF aynı IMF... Hükümet aynı hükümet. Geçmiş 3 yılda IMF ne yaptı da, önümüzdeki 3 yılda daha iyisini yapacak?..
Gazetelerde okuyoruz Hazine Müsteşarı ile Hazine’den sorumlu bakan olarak Kemal Derviş’in hazırladıkları IMF’ye verilecek ek niyet mektubunu Ecevit, Bahçeli ve Yılmaz da imzalamış. Mektup IMF’ye gönderilmiş... IMF icra kurulları da mektubu inceleyerek Türkiye’nin geleceğini belirleyecekmiş...
İnsaf... Bu memlekette yaşayan 67 milyon insan "koyun sürüsü" mü? Bizim kesemizden birileri hovardalık yapıyor, bizim geleceğimizi, ilgilendiren yükümlülükler altına giriyor... Bizim haberimiz yok...
Tekrarda yarar var: IMF’siz olmaz, ama tek başına IMF Türkiye’yi kurtaramaz. Türkiye’yi "biz" kurtarabiliriz. Bu ülkenin sorunlarını, bu sorunların çözümünü en iyi "biz" biliriz. Biz uzun vadeli strateji içinde hedeflerimizi belirlemek, bu hedeflere ulaşmak için planımızı programımızı yapmak zorundayız. Üç yıl önce IMF’ye teslim olduk. Nereye gideceğimizi bilmiyorduk. IMF bizi dolandırıp, dolandırıp daha gerilere götürdü. Üç yıl sonra ne olacak? Bize söyleyen var mı? Biz bilmiyor muyuz? Biz nereye gitmek istediğimizi, nasıl gideceğimizi belirleyelim ki, IMF bize yardımcı olsun... Türkiye’nin bugünkü durumunun sorumlusu IMF ama, IMF’ye teslim olarak koyun gibi güdümüne girmenin sorumlusu biziz!