Uzun yıllar ne istedik? "- Şu ekonominin başına, ekonomiyi bilen, dünyayı tanıyan, kimseye ‘diyet borcu’ olmayan bir adam gelecek. Vereceksin dizginleri onun eline. İstediğini yapacak ekonomiyi düze çıkaracak..." dedik...
İşte istediğimiz gibi biri ekonominin başına geçti... Özlenen adam ondan farklı mı idi? Ondan iyisini mi bekliyorduk?
Sonra ne istedik? "- Ekonomiyi düzeltecek adam, döviz derdi çekmeyecek. Merkez Bankası’nın dövizi olacak ki, o kafayı dövize takmasın, yapacağını yapsın..." dedik...
Dışarıdan 10 milyar dolar döviz geldi. Merkez Bankası’nın döviz rezervi 20 milyar dolar. Bankaların döviz açıkları kapandı. Cari işlemler (döviz) bilançosu döviz açığı değil, döviz fazlası veriyor. İthalat geriledi. İhracat artıyor.
Daha başka ne dedik? "- Ekonominin başına iyi adam getirsen de tek başına ne yapar? Politikacılar onu desteklemeli. Politikacı ayak bağı olmamalı. İstediği kanunları Meclis’ten çıkarmalı..." dedik.
Dediğimiz oldu... Korkudan ne Başbakan’ın ve yardımcılarının ne de hükümet üyelerinin sesi çıkmıyor. Sesini çıkaranın kafası gidiyor. On beş kanun çıkacak deniliyor, Meclis gece gündüz çalışıp, istenileni yapıyor.
Daha daha neler hayal ettik? "- Ekonominin başına gelecek adam, bürokraside kendi takımını kurmalı. İstediği adamla çalışmalı. Yurtdışında, yurtiçinde bu işin uzmanı olanlara danışmalı" dedik.
Ekonomiden sorumlu devlet bakanı bürokraside istediği takımı kurdu. Yurtdışından istediği adamları getiriyor. Onlara danışıyor. İstanbul’da ve Ankara’da güvendiği, inandığı iktisatçıların tam desteğini sağlıyor.
Sonra? "- Efendim, Türkiye’de ordunun gücü büyük. Halkın orduya güveni büyük. Ekonomide ve sosyal hayatta her önemli atılımın arkasında ordu vardır. Siyasi hayatta ordunun müdahale ettiği dönemlerde işbaşına gelenler büyük işler yaptı... Acaba ordu şu aralar gene duruma el koysa mı?" dedik.
Ordunun duruma el koymasına gerek olmadı. Çünkü ordu, ekonomiyi düzeltecek olanlara güvendi. Tam destek verdi.
Eeeee... "- Böyle atılımlar devalüasyonsuz olmaz... Yapacaksın bir büyük devalüasyon. İthalatı dizginleyeceksin, ihracatçıya hız vereceksin. Devalüasyon ekonominin şişen köpüğünü alacak. Maaşlar, ücretler düşecek. Üretim artacak..." dedik.
İşte, istenilenler oldu. Dolar 670 bin liradan 1 milyon 500 bin liraya çıktı. En babayiğit maaş ve ücret bin iki yüz dolardan beş yüz dolara düştü. Özel sektörde bir milyona yakın çalışan işini kaybetti. İşverenin bordroları rahat etti...
Ama... Diyorduk... "- Türkiye’de büyük sermaye lobisi hemen harekete geçer. İşadamları, esnaf, köylü sızlanmaya başlar... İş yapmaya kalkanın üzerinde baskı artar... İş yapamaz..." dedik.
Bu defa halkın sesi soluğu çıkmaz oldu. Halk nefesini ve sesini kesmiş, kaderine razı bekliyor...
Bazıları da diyordu ki, "- Sendikalar diretti mi, iş yapamazsın..." Sendika diye bir şey kalmadı... Bırakınız direnmeyi, ortalıkta dolanan sendika yok.
Bütün şartlar tamam... İşte at... İşte meydan!.. Bu fırsatın değerlendirilmesi zorunlu... Bu şartlarda hiçbir "özür" kabul edilemez... Ama olmuyor!.. Acaba biz nerede atlıyoruz?.. Eteğimizdeki taşları dökerek, yanlışı bulmak zorundayız. Bu ülke için son fırsat... Kaçacak fırsatın faturası da çok büyük. Halkın bu faturayı ödemeye gücü kalmadı...
(Bu yazıya sonradan eklenen önemli bir dip not: Şimdilerde, "Efendim falan - filan bir parti kursa... Erken seçim olsa... Falan - filanın partisi seçimi kazansa..." diyenler var. Daha da ileri giderek "En iyisi ordunun gücünü göstermesi... Bir Kemalistin başbakan olarak teknokrat hükümeti kurması..." diyenler var. Falan - filan seçim ile de, ordu gücü ile de iktidara gelse, bugün işbaşındaki yetki ve sorumluluk sahibi kişilerin sahip olduğu iç ve özellikle dış desteği, gücü ve ortamı bulamaz... Onun için ham hayal ile vakit geçirmek yerine, bilgi ve beceriyi ortaya dökme vaktidir, bu vakit!..)