Ankara'dan İstanbul'a 1974 yılında göç ettik. Kiraladığımız binanın üst katındaki komşumuz Hüseyin Uçar, Sabancılar'ın "adamı" idi. Hesaplarını, kitaplarını o tutardı. Sabancılar Adana'dan İstanbul'a daha yeni taşınmıştı. O da Sabancı kardeşlerle birlikte İstanbul'a gelmişti.
DPT'de müsteşarımız olan Turgut Özal da Sabancılar için çalışıyordu. Salıpazarı'nda beş katlı bir küçük binanın iki katını yeni örgütlenmeye başlayan Sabancı Holding için kiralamışlardı. Bir katta Sakıp Sabancı, öbüründe de Turgut Özal oturuyordu.
Eski müsteşarımız Turgut Özal'ı ziyarete gittiğimde, holdingi teşkilatlandırmak için ekip kurma çabası içinde gördüm... Sonra Hüseyin Uçar'ın odasına uğradım. "Turgut Bey geldi... Holdingi İstanbul'a taşıdı... Şimdi de beş genci işe almış... Bunları nerede oturtacağız, ne iş yaptıracağız?.." diye dertlendiğini gördüm. Sonra "- Rahmetli Hacı Ömer hayatta olup da bizim İstanbul'da böyle iki kat kiraladığımızı, adamlar aldığımızı görse idi, kıyameti koparırdı" diyerek dertlenmesinin nedenini açıkladı.
Hüseyin Uçar, Hacı Ömer, Bossa'yı kurarken, devletten aldığı ilk yöneticilerden biri idi. Sümerbank Gemlik Tesisleri'nde görevli iken Hacı Ömer ile çalışmaya başlamış, ailenin ve Sabancı şirketlerinin hesabını kitabını tutmuş, ailenin ve şirketlerin "vekilharcı" haline gelmişti. Kişilerin, şirketlerin hesabını sadece o bilir, hesaplarla ilgili defterler sadece onun masasında dururdu.
Ondan önce de bu işi "Katip Ahmet Efendi" yaparmış... Katip Ahmet Efendi, Hacı Ömer'in ilk "memuru" imiş. Hacı Ömer 1920'li yılların başında pamuk ticaretini geliştirip, Adana'da "yazıhane" olarak kendine bir dükkan kiraladığında, hesabını, kitabını tutmak için, "okur - yazar ve hesap bilir" bir adam aramış. Katip Ahmet Efendi'yi bulmuş. Önceleri sobası bile olmayan yazıhaneye bir tahta masa, iki sandalye konulmuş. Tahta masada Katip Ahmet Efendi otururmuş. Masanın önündeki sandalyeye ilişen ve kış günlerinde, paltoya para harcamamak için iki ceketi üst üste giyerek soğuğa karşı direnen Hacı Ömer Ağa ilişir, cebinden çıkardığı İş Bankası ajandasına kargacık burgacık yazdığı rakamları Katip Ahmet Efendi'ye nakleder, hesaba geçirtirmiş.
Katip Ahmet Efendi'nin zoru ile bir sac soba alınmış. Yazıhanenin ortasına kurulmuş. Bir süre sonra sobadan çıkan is tavanı kapkara etmiş. Katip Ahmet Efendi, yazıhaneye gelirken 250 gram kireç alıp sulandırmış. İskemlenin üzerine çıkıp tavandaki isleri kireçle kapamaya çalışırken Hacı Ömer yazıhaneye girmiş... Kıyameti koparmış... "Katip Ahmet Efendi... Sen beni batıracak mısın?.. Ne lüzum var kirece para vermeye... Tavan siyah olmuş, beyaz olmuş bizim işimize ne yararı olur, ne zararı olur?.. Böyle lüzumsuz şeyler için para harcarsak biz bu yazıhaneyi nasıl ayakta tutarız?.."
Bana bunları anlatan Hüseyin Uçar'ı erken yaşta kaybettik... Hüseyin Uçar ölünce onun "tuttuğu defterler" bilgisayara geçti... Onun yaptığı işler büyüdü. Şimdi Sabancı Holding'in "finansman", "mali işler" ve "denetim" bölümlerinde yüzü aşkın profesyonel yönetici ve uzman onun yaptığı işi yapıyor.
Bu uzun hikayeyi neden anlattım?
Pazartesi akşamı Sabancı'nın İstanbul'daki İkiz Kuleler'inin altındaki salonlarda Sabancı Topluluğu üst yöneticileri ve eşleri için düzenlenen bir toplantı vardı.
Yazıhanede başlayan hikaye, İstanbul'da beş katlı küçük bir binanın iki katında ve daha sonra Salıpazarı'nda holding binasında sürüp gitmişti... Şimdi iki gökdelen binada devam ediyordu... Hacı Ömer'in ilk "memuru", ilk çalışanı Katip Ahmet Efendi'nin işini yapanlar şimdi gökdelenlere sığmıyordu...
Toplantıya Sabancı Topluluğu'na dahil şirketlerin 230 tepe yöneticisi eşleriyle katılmıştı. Bunların 30'u yabancı ortaklıklarda çalışan yabancı yöneticilerdi... Onların arkasında 30 bin çalışan daha, "Hacı Ömer"in o ilk yazıhanesinde başlattığı" işi sürdürüyordu.
Ben gördüklerimden etkilendim... Müteşebbis nedir, patron nedir, yönetici nedir, işçi nedir, üretim nedir, iş nasıl yaratılır, aş nasıl yaratılır?.. Bütün bunlar o "görüntünün" içinde idi.
Hacı Ömer, Katip Ahmet Efendi ile işe başlamış, Sabancı kardeşler işi geliştirmişti... İş denilen şey üretimdi... İş üretime dayanıyordu. Müteşebbis örgütlüyor, yönetici yürütüyor, işçi üretiyor, böylece herkes üretimden payını alıyordu... Üretimin devamı ve başarısı, hem işçiyi, hem yöneticiyi, hem müteşebbisi besliyor, hem de ülkeye refah getiriyordu.
Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Civelek, topluluğun geçen yıl 10 milyar dolar (Türkiye milli gelirinin 20'de biri ölçüsünde) ciro gerçekleştirdiğini, 30 bin çalışanına yılda 600 milyon dolar dolayında ödeme yaptığını söyledi. Çarptık, böldük... Her ay çalışanlara 50 milyon dolar ödeme yapılıyor demektir. Üst üste bir çalışanın ortalama maliyeti ayda 800 milyon lira, çalışanların eline geçen para her ay net 500 - 600 milyon lira dolayında demektir.
Müteşebbis olmadan yönetici olmuyor, yönetici olmadan iş yürümüyor, işçi çalışmaz ise üretim yapılamıyor... Hepsi birbirine bağlı... Bu çark dönmeden de hiçbir şey olmuyor.
Yazara E-Posta: guras@milliyet.com.tr